24 temmuz - 5 Ağustos
2015 Akdeniz Seyrimiz.
Sızlere
ailece yaptığımız son seyrimizi anlatmaya çalışacağım.
24 Temmuz Cuma gecesi
aracımızla gece 00:00 civarı Teknemiz Denizin Fatihi ne ulaşmıştık. Bu sefer
ekibimizde eşim Deniz, eşimin annesi Faika Hanım, kızımız Tuana Su ve kızımızın
bakımı için yardımcımız Manu Hanım vardı. Hatta bu seyirde bir başka tekne daha
kiralayarak filotilla yapmış ve eşimin dayısı sevgili Serdar ve ailesi, eşimin
kuzeni Pınar ve ailesini de yanımıza almıştık. Onların teknesi 4 kabinli 43 feet bir Beneteau
Kaptanları Ali Bey. Bizim Denizin Fatihi ni sanırım hatırlarsınız 3 kabinli 37 feet bir Bavaria.
Yollarda Tuana :
25 Temmuz Cumartesi :
Sabah erkenden uyanan
ekip temizlik ve yerleşme işine girdi. Tekne kirli değildi fakat yanımızda Tauna
olduğu için hiç değilse bir süpürüp silmek gerekir dedi büyük patronlar. Bu
seferimizde patron çok, üç hanımla seyahat edeceğiz, artık onlar ne derse o.
Nitekim toparlanma yerleşme derken saatlerimiz 15:00 i bulmuştu. Ekip sıcaktan
bunalmış ne yapacağını düşünürken hadi dedim ilk seyrimizi yapalım. Kısa bir
etap olsun istedik. Bencik koyu tam bize göre bir koy diye düşünerek attık palamarımızı
denize. Mesafemiz yaklaşık 4,5
mil. Hava çok sıcak ve hiç esmiyor. Yaklaşık bir saat
sonra Bencik Koyu na giriyoruz. Koyun içerisinde Orman İşletmesinin Kampı olan
bölüme 15 metrelere demirimizi döşüyoruz. Tatilin ilk mola yeri. Herkes denize
ve ormana bayılıyor. Bakir bir o kadar da sevimli bir yerdir Bencik. Yaz
aylarında çok kalabalık olsa da kendinize bir yer bulmanız her zaman mümkün.
Çünkü çok büyük bir koy. Sıcaktan bunalan ekip hemen kendini denize atıveriyor.
Girmeden önce uyarıyorum burada su çok serindir üşümeyin diye. Tabi ki şaka su
sıcaklığı inanılmaz derecede yüksek tam 34 derece. Tatilin en sıcak denizi
burada yaşanıyor zaten. Faika Hanım bizlere öğle yemeğinde köfte makarna
hazırlıyor. Yüzme molasından sonra yemeklerimizi yiyor ve biraz uzanıyoruz
hepimiz. Yol yorgunluğunu atmaya çalışıyor ekip. Yaklaşık iki saatlik Bencik
molamızdan sonra Turgut a yerimize geri dönüyoruz. Ekip o gün erkenden
uyuklamaya başlıyor, tabi kolay değil on saat araba ile yol alındı dün. Üstüne
bugün de tüm tekne ayağa kalkıp tekrar yerleştirildi. Bende teknede kendi
işlerimle meşgul oluyorum tüm gece. Yarın yorucu bir gün olacak zira diğer
ekiple toplanılıp teknelerine yerleşmeleri ve hazırlanmaları sağlanıp Symi
yoluna çıkılacak. Bakalım beğenecekler mi bu seyri onlarda.
Turgut da Yerimizde iken :Tuana Her Sıkıldığında Dümeni Ona Veriyoruz Keyfi Yerine Geliyor Efendim :
Bencik Yüzme Molamızdan :
26 Temmuz Pazar :
Öğleden sonra
tüm hazırlıklar tamamlanmış ekipler denize çıkmaya hazırdı. İlk gün için
rotamız Turgut a 16 mil
mesafede olan çok sevdiğimiz Symi Adası.
Biz Denizin Fatihi
ile saat 15:00 civarı Turgut dan ayrılarak yola revan olduk. Amacımız yanımızda
Tuana olduğu için Symi ye mümkün olduğu kadar erken varıp Pedi İskelesine
bağlanmak üzere yer bulmak idi. Diğer ekip bizden bir saat sonra seyire
çıkabildi. O ekipte yaşları 8 ile 15 arasında dört çocuk olduğu için
hazırlıkları bizden biraz daha uzun sürdü.
Dediğim gibi yolumuz 16 mil. Rüzgarımız tam kafadan
yaklaşık 15 knotlarla üzerimize gelmekteydi. İlk gün seyri için bu pek
istemeyeceğimiz bir durumdu. Zira annem ve kızım vardı kayıkta, onları ilk
günden yormak, tekneye küstürmek istemiyordum. 4/3 gaz 6,5-7 knotlarla hızlı
bir şekilde Symi adasının Pedi koyuna ilerdik. Nitekim 18:00 civarı Denizin
Fatihi ni Pedi ikmal iskelesine bağlanmıştım. İskelede tam istediğim gibi,
ikmal gemisinin bağlandığı tarafın diğer bölümünde bir aborda yeri
bulabilmiştim. Seyrimiz çok kolay olmamıştı. Kızımız Tuana yaşı itibarı ile çok
hareketli ve sıkılgan davranıyor teknedeki herkesi yoruyordu. Ama Hisarönü her
zaman ki cömertliğini yapmış seyir boyunca hiç deniz kaldırmamıştı. Ama yinede
seyir boyunca rüzgar , ekibi biraz yordu tabi.
Bağlandıktan ve
tekneyi neta ettikten yani toparladıktan hemen sonra Deniz ile ikimiz yüzme
molası için teknenin dingisi yani kıçtaki botu ile terimiz soğumadan denize
açıldık. Pedi nin girişinde çok sığ gözüken ve sadece az su çeken teknelerin
girebildiği bizimde turkuaz rengi denizi yüzünden hayran olduğumuz hemen
yandaki koya geldik. Koyun içerisi muazzam bir doğa harikası idi. Yaklaşık bir
saat burada yüzdükten sonra arkamızdan gelen Ali Kaptan nın kayığının ufukta
göründüğünü fark ettik. Bizim dingi Denizin Fatihi nin hacmine göre biraz büyük
yani motoru ve kendisi fazla ağır, yaklaşık 20 mil sürat yapabiliyor.
Hadi dedik karşılamaya gidelim de şaşırtalım ekibi. Bizi gördüklerinde
şaşkınlıklarını gizleyemediler. Teknede haykırışlar koptu. Onlar kendilerini
denizin ortasında karaya çok uzak sanırken biz 15-20 dakikada onlara
ulaşmıştık. Denizde biraz eğlendikten sonra hep birlikte Pedi Koyu na giriş
yaptık. Onlar içinde iskelenin diğer tarafında bir teknelik aborda yeri mevcut
idi. Onlarıda oraya bağlandık. Saatler 20:00 gösteriyor akşam yemeği vakti
geliyordu. Taksi ile hep beraber Symi merkezine ulaşıldı. Her zaman olduğu gibi
Pantelis Restaurant da yerlerimiz ayrılmış ünlü Yunan mezeleri ve uzolar masada
bizi hazır beklemekteydi. Bu seyahat ben ve Deniz için diğerlerinden farklıydı.
Çünkü ailemizi misafir ediyorduk. Herşeyin güzel olması bizim için çok
önemliydi. Nitekim Sevgili Pantelis ve kardeşi Yorgo bizi utandırmadılar.
Herşey yine enfes olmuş herkes yiyeceklere bayılmışlardı.
Symi adasında Pedi ye
ulaşmak üzere bir kaç taksi ve 23:00 a kadar çalışan bir otobüs vardır.
Taksiler gece 01:00 e kadar çalışırlar. Bizde adayı ailemize doya doya
gezdirmek için son taksi için rezervasyon yapmıştık. O saate kadarda adanın
güzelliklerinde kendimizi kaybettik. Nitekim dönüş vakti gelmiş çocuklar
koltuklarda uyuklamaya başlamışken kalkma kararı verildi. Tabi taksi arandı
hemen. Oda ne taksici anlamsızca işi olduğunu gelemeyeceğini söyluyordu!!
Toplam 13 kişi ortada kalmış sıkıntıya düşmüştük. Ne yapacağımızı düşünürken
Deniz de bende çok gerildik tabi, ev sahibi olarak. Tüm grup dağılmış taksi
bulmaya hatta biz Serdar ile otostop a başlamıştık ki bi şekilde herkesin
başının çaresine baktığını fark ettik. Nitekim herkes teknelerine dönmek üzere
yola çıkmıştı. Gecenin ilerleyen saatlerinde taksicinin bizi sattiğini duyan
Pantelis in kardeşi delikanlı Yorgo, adamı yaka paça yanımıza kadar getirmiş
istemesek de bizden özür dilettiriyordu. Ağır misafirlerimiz olduğunu bildiği
için oda kendisini sorumlu hissetmişti anlaşılan. Sağolasın Yorgo! diyerek
iskelede sabahın ilk ışıklarına kadar kendisini sohbetimize davet ettik. Sabaha
karşıda zor bela hepimiz kamaralarımıza çekildik. Sabah için planımız
misafirlerimizin Panormitis ve Thesselona yı görmeleri.
Seyir Esnasında :
Seyirde Denizin Fatihi :
27 Temmuz Pazartesi :
Deniz ile daha önce
geldiğimizde bu adanın en çok Thesselona Koyu ve Panormitis Limanına hayran
kalmıştık. Bizimkilerinde oraları görmeleri için sabırsızlanıyorduk. Bu günkü
planamız onları bu iki koyda da denize sokmak ve Panormitis Klisesini
gezdirmek.
Sabah iki ekipte
erkenden uyanmış kahvaltılarını yapmıştı. Ben üzerimde inanılmaz bir ağırlığın
olduğunu hissettim uyandığımda, tatile çıkmadan son gün başlayan
soğukalgınlığın hat safya ulaştığını fark ettim. İlaç almaktaydım fakat tüm üst
solunum yollarım tıkalıydı zor nefes alıyordum. Ben tek başıma teknede
dinlenmeye karar verdim. Bizim ekibide diğer tekneye vererek Symi nin
güzelliklerine uğurladım. Ben tüm gün sıcak içecekler içerek balık
tuttum.
Ali Kaptan ve tüm
ekip akşam 19:00 civarı döndüler. Gördükleri doğa harikası güzelliklerden
hepsinin başı dönmüş ve hala gördüklerinin etkisindeydiler geldiklerinde. Çok
memnun kaldılar. Bizde çok mutlu olmuştuk tabi.
Bu akşam için
planımız şehri akşam üstü dolaşıp daha sonra teknelere dönüp dinlenmek. Her ne
kadar Serdar ın aklı iskelenin başında gördüğü canlı müzik ilanında olsa da,
iki ekipte gündüz çok yorulmuştu. Nitekim Symi ye gidip çarşı pazar dolaştık.
Hatta Türklerin çok rabet ettiği ünlü Manos restaurant da Mustafa Sandal ile
karşılaştık. Ekipteki çocuklar buna çok sevindi. Sağolsun Mustafa bey hepsi ile
tek tek ilgilendi.
Gece saat 23:00 de
son otobüs ile Pedi ye dönüldü. İki ekipde ayakta uyuyordu. Ben ve Serdar hariç
tabi. Aramıza Pınar ın eşi Murat kardeşimize alarak gece gezmesine çıkmaya
karar verdik. İlk işimiz canlı Yunan müziği olan Pediye yürüme mesafesindeki
Secret Garden oldu. Gizli bahçe. Burasıda Symi nin başka bir gizli mekanı.
Manzarası mükemmel olan bu minik barda müziğin sonuna yetiştik. Bir saat
oturduktan sonra dolaşma niyetiyle Symi merkeze yürüdük. Tabi merdivenler inerken
çok kolaydı ama dönüşte çıkarken üçümüz içinde eziyetten farksızdı. Gece geç
saatlerde teknelere döndük ve dinlenmeye çekildik.
Pantelis te Akşam Yemeği :
Deniz Ürünlü Spagettimiz Efendim ;
Yemek Sonrası Harani Bar ;
Thesselona Tüm Aile Yüzerken :
28 Temmuz Salı :
Bugün üçüncü günümüz.
Hayatımızda hiçbirimizin unutamayacağı bir gün olacağını sabah kalktığımızda
hiçbirimiz bilmiyorduk.
Sabah 08:00 civarı
bir çığlıkla yatağımdan sıçradım. Hemen kamaranın hach inden yani tavan
pencerinden dışarı fırladım. Ali Kaptan ın teknesinde bir olay var. Hemen
uçarcasına iskeleye atladım ki Murat ve Pınar ın biricik oğlu sekiz yaşındaki
Tuna nın üzerine çaydanlıktan sıcak su döküldüğünü farkettim. Ali Kaptan hemen
teknenin kıçında bulunan duş musluğu ile Tuna nın sırtına müdahale etti.
O arada iskelede ki tüm tekne ekipleri olay yerine gelmiş yardım için
çırpınmaktaydı. Hemen yan teknedeki bayan bir yanık kremi ile hızır gibi
yetişti nesye ki. Hepimizin nutku tutulmuş elimiz ayağımıza dolaşmıştı. Hemen
aklımıza bir taksi ile Symi merkeze ulaştırmak oldu acılar içindeki cocuğu.
Taksi arandı ve bir sağlık ocağı bulundu. Yanıklar sırt bölgesinde ensesinden
beline kadar uzanıyordu ve çok kötü görünüyordu. Nitekim sağlık ocağında ilk
ciddi müdahale yapılarak teknelere dönüldü. İki ekibinde moralleri bozulmuş ne
yapacağını bilemiyordu. Saat 14:00 civarı idi.
İlk aklıma gelen en
yakın Türkiye limanına ulaşıp uçakla aileyi İstanbul a yollamak oldu.
Hazırlıklar bitirilip denize çıktığımızda saatlerimiz 14:30 u gösteriyordu.
Hemen Murat ın aracının olduğu Tugut a rota tuttuk. Aileyi İstanbul a
uğurladık. Bu olay hepimizin moralini yerle bir etmişti. Seyrimize bir gün ara
vermeye karar verdik.
Bende verilen bu
arada, tekneye yurt dışından Serdar ın getirdiği ekipmanları takmak üzere işe
giriştim. İki işin ehli usta ile tüm gece çalışıldı. Artık bir radarımız ve
dümen dolabında sabit bir ekranımız olacaktı. Gece saat 01:00 civarı işler
bitti ve tekne neta edildi.
Radarımız :
29 Temmuz Çarşamba :
Dün yaşadığımız
olayın etkisinden kurtulmak kolay değildi. Sabah ilk iş Murat ı arayıp haber
aldık. Hastaneye ulaşmışlar yanık tedavisine başlamışlardı. Azda olsa içimiz
rahatlamıştı.
Bu günkü planımız
Turgut a 8 mil
mesafedeki Kocabahçe. Çok uzun seyir yapacak moralimiz pek yok.
Kocabahçe ye Bozburun
un kuzeyindeki iki ada bogazından geçtik. Yol üzerindeki Selimiye ye ve Sığ
liman a uğrama niyetindeydik fakat yolda fikir değiştirerek direk gece
konaklayacağımız yere gitmeye karar verdik.
Kocabahçe turkuaz
renginde bir denize sahip kara ulaşımı olmayan bir koy. İçerisinde çok güzel
bahçesi olan Sadun Ağabey in tabiri ile ‘iki fıstık ağacının gölgesinde bir koy’.
Bu koyun içerisinde bir restaurant var. Ve de bir iskelesi. İskeleye kıçtan
kara veya uygun ise aborda olmak mümkün. İskeleyi ve restaurantı oralı bir çift
işletiyor. Bey öğretmenlik yapmış genç yaşlarında. Zamanında çok kitap okudum
diyor gecenin ilerleyen saatlerinde dertleşirken. O gece öğretmenin ev hanımı
olan eşide geliyor masamıza, gece yarısına kadar hep birlikte mezelerinin
tadına bakıyoruz. Gecenin ilerleyen saatlerinde bizler kamaralamıza çekilip
uykuya yeniliyoruz. Ertesi gün rotamız önce Dirsek daha sonra Ada boğazı ve
gecelemek üzere Söğüt kısmetse.
Tuana nın Havuzu Kurulmuş Oyun Oynarken :
30 Temmuz Perşembe :
Sabah erkenden
uyanıyoruz. Hemen tekneyi neta edip denize çıkıyoruz. Zira hava çok sıcak ve
Kocabahçe hiç esmiyor. Dün öğlen sıcağı geçtikten sonra gelmemize rağmen
sıcaktan bunalmıştık. Bugün aynı hatayı yapmaya hiç niyetimiz yok.
Rotamız Bozburunun
güneyi Yeşilova Körfezi. Toplamda 15 mil. İlk durağımız Bozburun un en kuzey
ucundaki Dirsek Koyu. Burada yüzme molası vereceğiz. Koyun içine girdiğimizde
yine hava almadığını fark ediyoruz. Fazla zaman geçirmek niyetinde değildik
zaten. Koyun en hareketsiz yerine geçerek suya 20 metrelik bir yüzer halat atıyoruz.
Ve her birimiz bu halata tutunarak serinleme molası veriyoruz. Yaklaşık bir
kırk beş dakika sonra tekrar yola koyulmaya karar veriyoruz.
Buradan sonraki
durağımız Yeşilova Körfezindeki Adaboğazı. Bizim korsanların uğrak yeri hani.
Saat 12:00 civarı bu bölgeye ulaşıyoruz. Bu gün deniz çok sakin rüzgarda yok
denecek kadar az. Sadece cenovanın uygun olduğu açılarda rüzgardan yararlanmaya
çalışarak seyir yapıyoruz. Anlatıldığı üzere içerisi yine inanılmaz şekilde
doğa harikası bir koy. Denizin rengi o kadar açık mavi ki sanki tekneler havada
asılı duruyor. Uygun bulduğumuz 10 metre bir zemine demirimizi funda ediyoruz.
Bir kaç saat buradayız.
Kayın validem Faika
Hanım teknede de olsa mükemmel yemekler yaparak bizleri her bulduğu fırsatta ayıptır
söylemesi sarmalarla, imam bayıldı larla doyuruyor sağolsun. Burada da mükellef
bir sofra kurarak, doğa harikalarına karşı bizi bu günlere getiren Yaratana
şükrümüzü iletiyoruz.
Nazar degmesin bir
yaşındaki Tuana m beni çok mahcup etmedi. Gündüzleri bazen sıcaktan bazen
sıkıntıdan geceleride ise sivri sineklerden huysuzlandı tabi. Ama yinede
bebeklerimizle seyir imkasız değil. Bu arada siz benim yaptığım hatayı yapmayın
lütfen. Eşim rahat etsin diye yardımcımızıda yanımıza aldık ama hata yapmışız.
İlk gün kendisinin kapalı mekan korkusu olduğu anlaşıldı, ikinci gün deniz tuttuğuda
cabası oldu tabi. Ekipte normal üstü ilgi isteyen bir kişi daha olmuş oldu
sonuçta. Birde bizi dinleyip bulantı hapı alsaydı daha iyi olacaktı ama
dinletemedik. Nihayetinde bizden bir kaç gün önce dönecekti.
Dönelim seyrimize,
Adaboğazı nın kuzeyinde iki balıkçı teknesi demirdeydi. Balık almak için
botumuz ile yanlarına gittim. Bir kilo mercan ve ufak bir kalamar aldım. Bunlar
akşam yemeğimiz olacaktı. Yeni tutulmuşlardı. Saat 16:00 civarı demirimizi
aldık. Düştük Söğüt yoluna. Buradan yolumuz 4,5 mil. Yine hafif esen
rüzgarda cenova yardımıyla bir saatte Söğüt e ulaştık.
Söğüt üç iskelesi
olan yine Doğa harikası bir koy. Biz en büyük iskeleye Octobus Restaurant a
bağlanıyoruz. Girerken solda kalan iskele Kaptanın Yeri. Ufak bir iskele ve hiç
tekne yok. Bulunduğumuz iskelede tuvaletler, elektrik ve su çok yakın.
Restaurant kullanımında herhangi bir bağlama yada elektrik su ücreti talep
etmiyorlar. Keza bir çok koydaki iskelede bu mantıkla işletiliyor, bir önceki
durağımızdaki Kocabahçe de bunlara dahil. Hanımların en çok beğendiği yer
burası oluyor. Onlar için medeniyet. Sahilde park bile var Tuana için. İki gün
kalsak mı düşünceleri beliriyor ekipte tabi hemen. Benim için ekibin mutluluğu her
şeyden önemli zaten kötü bir olaydan çıkmışız diyor varsın iki gün olsun
diyorum. İki gün Söğüt lüyüz o zaman.
Ada Boğazı :
Octopus Restaurant :
Söğüt Koyu :
( Son 4 Resim Alıntıdır. )
31 Temmuz Cuma :
Ekip her zaman ki
gibi Tuana hanım ın zorlamasıyla erkenden mesai ye başlıyor. Benim bir işim yok
sonuçta tatildeyiz değil mi. Kendime izin veriyorum saat 10.00 a kadar yatıyorum
bugün. Bu arada hastalığım daha ilginç bir hal alıyor. Aldığım ilaçlar
bitmesine rağmen ciddi bir iyileşme yok. Yakınlarda eczane de yok tabi. Sesim
tamamen kısılıyor. Geceleri öksürükten uyuyamaz oluyorum. Öksürük şurubu,
pastil kullanmaya devam ediyorum ama çok bir faydasını göremiyorum.
Bugünde yanımızda
olan botumuzla kısa kısa yakın yerlere dolaşmaya gidiyoruz Deniz le. Adaboğazı nın
giremediğimiz sığ iç koylarını dolaşıyoruz. Çok güzel bir yer burası.
Korsanların dediği kadar var hakikaten. Hem azda olsa serinletiyor botun
rüzgarı yolda. Tauna ve Faika Hanım rahatlar Octobus restaurant ın yanındaki oturma
yerleri gayet serin, iki gündür oradan çıkmıyorlar. Bizde rahat bir nefes
alıyoruz tabi onları mutlu etmenin hazzı ile. Çünkü son birkaç gündür Türkiye nin
yaşadığı en sıcak günler olduğunu öğreniyoruz. Tam yerini bulmuşuz diyoruz bu
sıcak günleri atlatmak için. Akşam yemeğimizi yine dün olduğu gibi teknede
yiyoruz. Restaurant tan mezeler Faika Hanım ın gayet lezzetli yemekleri ile
geceyi havuzluğuzda tamamlıyoruz.
Gece bir ara daha
önce sözleştiğim Araf Teknesi Kaptanı Koray arıyor. Bodrum dan bize doğru yola
çıkmışlardı bir gün önce. Knidos da olduklarını öğreniyoruz.Niyetimiz onlarla
birlikte devam etmek seyrimize. Keza onlarında yanlarında 3 yaşlarında Defne leri
var. İki bebek olunca hanımlar ve bebekler biraz rahatlar diye düşünüyoruz.
Plan yapmak üzere telefonu kapatıyor hanımlara açıyoruz kafamızdaki seyri.
Onlarda memnun oluyorlar düşüncemizden.
O zaman diyoruz bir yerde buluşalım. Knidos bizim görmediğimiz ve merak
ettiğimiz tarihsel bir liman. Çok methini okuyoruz kitaplardan. O zaman diyoruz
Vira Bismillah sabah Söğüt Knidos rotasına çıkıyoruz.
İlerleyen saatlerde yine
çok sıcak oluyor Tekne. Denizin Fatihi nin içerisinde her kamara da pervane
olmasına rağmen yinede yetmiyor. Gece ben güverteye hamak kuruyor ve oraya
geçiyorum. En azından bir kişi eksilsin içeride diyerek. Gece tüm ekip Söğüt ün
kollarında rüyalara dalıyor.
Sabah ciddi bir yolumuz var.
Sabah ciddi bir yolumuz var.
1 Ağustos Cumartesi :
Sabah saat 08:00 gibi
kalkıyor hiç oyalanmadan atıyoruz palamarımızı denize. Kahvaltı artık yolda
diyoruz. Yolumuz uzun, hatta seyrin en uzun yolu olacak bugün. Toplam 48 mil. Tabi Posedion müsade
ederse aksi halde yolda bir çok kaçış noktası belirliyorum zor bir durum için.
Bu tip uzun seyirler
için her zaman yapılması gerekenler önceden planlanmalı. Mesela Bu tip bir uzun
seyire sabah erkenden hatta mümkünse güneş doğmadan çıkılmalı düşüncesindeyim.
Zira yolumuz ortalama 5 mil
ile gitsek 10 saat civarında sürecek. Yedek planlar yapılmalı yani deniz
yaparsa yada rahatsız bir durum olu ise gidilecek yeri pas geçip yol üzerinde
farklı bir yere girilmeli. Benim planım yol üzerinde mesafe 20 kadar olan Symi
adası idi. Olurda bir aksilik olur ise oraya girebilirdim. Sabah güneşle
birlikte çıkamadık çünkü gece planlamamız biraz geçe kalmıştı ve çok da mecbur
değildik Knidos için zira Koray ı arasak biliyorduk ki oda bize yaklaşabilirdi.
Nitekim ortalama hızımı biraz yüksek tutarak başladım seyre 5,5 knot larla tam
kafadan gelen 10 knot civarı bir rüzgar ile yol alıyorduk. Ana yelkenimizi daha
koydan çıkmadan açmıştım. Çalıştıramasak bile bize stabilite katacaktı çünkü.
Rüzgar 20 mil
boyunca yani Symi yi iskelemize alana kadar kafadan gelmeye devam etti. Öyle
olmasaydı bu devirle hızımı 6,5 larda tutabilirdim ama Posedion musade etmedi.
Deniz Symi yi dönene
kadar hiç yoktu, belki 50 cm.
civarı idi dalgalar. Symi yi iskeleye alıp dönüşe geçtiğimizde yani Symi dağlarının
saçağından çıktığımızda 30 derecelerle gelen rüzgar ana yelkenimizi doldurmaya
yani sancak kontra gitmeye başlamıştık artık. Seyrimiz 10 derece kadar yatık
halde ana yelken yardımıyla yelken motor olacaktı artık. Ekip henüz yorulmamış
öğlen vakti olmuştu. Hafif hafif sallanmaya başlamıştık ama. Nitekim Faika
Hanım bizlere öğle yemeği hazırlamış onu da aradan çıkarmıştık. Bu şekilde
birkaç saat yol aldıktan sonra İnce Burun önlerine gelinmişti. Tauna sıkılmaya
başlamış dolayısıyla artık hanımları da yoruyordu. Bir yüzme molası vakti
gelmişti. Bende deniz çıkacak mı, hava basacak mı diye endişeli ne yapacağıma
karar vermeye çalışıyordum. Hanımlara sorduğumda bir mola iyi olur yanıtını
aldım. Durum itibarı ile İnce Burnun Doğu saçağına girmeliydim. Oradan sonra 16 mil yolumuz kalacak oda
takribi 3 saat edecekti. Ekibe bu çok gelir mi birde hava basarsa zorlanır
mıyız düşüncesi ile molayı biraz daha ileride vermeyi teklif ettim. Eğer öyle
olur ise Palamutbükü nü düşündüm mola için. Nitekim hanımlar kabul ettiler bu
düşüncemi ve devam ettik.
Yaklaşık 1,5 saat
sonra Palamutbükü önlerine gelmiştik. Palamutbükü ne girmek için fazladan bir 2 mil gerekiyordu. Buda bize
daha fazla zaman kaybettirecek düşüncesi ile biraz daha dişlerini sıkarlar ise
artık yolun çok az kaldığını 1,5 saate Knidosa gireceğimi söyledim. Ekip
sıkılmıştı. Ama yolumuzda çok az kalmıştı. Akşam üstüne kalmak istemiyordum,
zira iskele de yer bulamayabilirdik. Alarga da kalmak kızımız yanımızda olduğu
için zor olacaktı çünkü her sabah Tauna uyanıp puseti ile dolaşmaya, serilemeye
çıkmalıydı. Oda alarga da iken hemen mümkün olamıyordu.
Saat 17:00 civarı
Knidos önlerindeydik artık, yolumuz bitmiş en uzun seyrimizi de tamamlamıştık.
Bundan sonra yapacağımız etaplar hep kısa olacak Datça Yarımadasının güneyini
batıdan doğuya etaplara bölerek gezecektik. Artık rahat bir nefes alabilirdim.
Gezecek görecek ne varsa artık, 8 ile 12 mil arasında seyirlerle ulaşılabilecek
yerlerdeydi.
Knidos a vardığımızda
bizi Araf Teknesi Ekibi karşıladılar. Kaptanları Koray eşi Deniz kızları Defne
ile. İskelede son bir borda yeri kalmış bizi bekliyordu. Hemen oraya bağlanmak
üzere hazırlıklarımızı tamamladık. İskeleye yaklaştığımda çok sığ olduğunu fark
ettim. Hatta bende önce bağlanan teknelerin salmalarının eriştede iz
bıraktığını da. Liman görevlisine ne yapacağımı sorduğumda ‘sıkıntı yok abi sen
gel’ yanıtını aldım. Tabi içim rahat değildi Koray a sordum durumu, ‘senden
önceki 40 feet
kayığın altında bir karış su vardı’ sen bilirsin dedi. Bir karış yeterli
değildi liman içinde bir dingi biraz dalga yapsa salmamız yere dokunurdu. Ama
alarga dan başka da çare yoktu. Uzun yoldan gelmiştik birde Eşimi Alarga
zorluğuyla uğraştırmak istemedim. Musaid olan yere iskele aborda bağlandım.
Dalıp baktığımda bir karıştan biraz daha fazla su olduğunu gördüm altımızda.
Artık gelen kayıklara yavaş gelin demekten başka çare kalmamıştı.
Hemen kendimizi
Knidos un serin sularına bıraktık. Marmaris den sonra bu sular bize serin
gelmişti. Çünkü burada su sıcaklığı iki derece daha soğuktu ve insanı
serinletmeye yetiyordu. Dışarısı 40 dereceden daha sıcak idi. Araf Ekibi ile
hasret giderdik hemen hanımlarımızı tanıştırdık. Biz Koray la daha önceden tanışıyorduk
hatta Denizin Fatihi ni almaya birlikte gitmiş sörveyini beraber yapmıştık.
Eşlerimizde dolaylı yoldan birbirlerini biliyorlardı, onlar her İstanbul a
geldiklerinde davet ediyorduk. Ama tanışmaları buraya kısmet olmuştu. Bu arada
ikisinin de adı Deniz. Koray da bende sanki planlı evlenmiş gibi bu isimlerde
karar kalmışız. Kısmet işte. Hemen biz Koray bir gölge bulup sohbete koyulduk.
Kızlarda kaynaşmak üzere Restaurant a geçtiler. Yol yorgunluğunu bir nebze de
olsa sıcak ve samimi bir sohbet ile atan ekip. Tatilimizi planlamaya koyuldu.
Koray ların ilk günleri olduğu için onlar hareketli bol seyirli bir tatil
planlıyorlardı. Buda bizim için zor gözüküyordu. Biz ilk haftamızda çok
hareketli hatta kaza yüzünden üzücü ve gergin günler yaşamış sakinlik
istiyorduk. Nitekim planlamayı sonraya bırakıp akşam yemeğine oturduk hep
birlikte.
Bu arada Knidos
Belediyenin işlettiği bir iskeleye sahip. Elektrik ve su imkanı var, su taşıma
suyu tabi ama az kullanmakta fayda var. Bağlanmak için görevli arkadaş elli
Türk Lirası talep etmekte. İskele T şeklinde. Tonoz imkanı yok demir atılıyor
aborda harici. İskele nin iki yanı çok sığ dediğim gibi. Çok su çeken tekneler
için uygun değil. Tarihi eserler muhteşem ama yaz sıcağında bunaltıcı bir tur
oluyor. Bir adet Restaurant a sahip, fiyatlar ortalama düzeyde. Bir çupra veya
levrek Otuz Türk Lirası idi. Bu aylarda Restaurant da yer ayırtmak gerekiyor
zira akşamları çok kalabalık olmakta. Alarga için liman içi musait ama çok
kalabalık. Erken gelmekte fayda var. Gezi tekneleri karadan koltuk alarak
bağlanıyorlar, bizim gibi yelkenliler ise demirde bekliyorlar. Tavsiye
edilecek, görülmesi gereken bir liman.
Neyse hikayemize
dönelim. Akşam yemekleri yenmiş karınlar bilimum balık ve mezeler ile doymuştu.
Bizim ekip yorgun tabi. Çok geç olmadan dinlenmeye çekildi herkes. Sabah ola
hayrola. Bizim yarın ki planımız yol
üzerindeki büklerde dolaşa dolaşa Palamybükü ne varmak. Ben burayı çok
seviyorum daha önce bir kere geldim. Geçmiş yazılarımda anlatmıştım. Ufacık bir
kasaba, çok insanın bilmediği ücra bir tatil yöresi.
Knidos Yolu :
Knidos ;
Son İki Resim Alıntıdır.
2 Ağustos Pazar :
Sabah ekipler 10:00
gibi ayaklanıyor. Tabi bizim Tuana her zaman ki gibi Sekizde ayakta. Yardımcı
ablamız var ama Deniz bırakır mı ona onun sabah neşesi kaçırılmaz. Uyandığı
gibi bizim yanımıza alıyor oyunlar oynuyoruz her sabah yaptığımız gibi.
Sabah tekrar
konuşuyoruz Araf Ekibi ile ne yapalım ne dersiniz diye? Ben onların buraları
tam anlamıyla gezmesini istiyorum. Buraya kadar gelmişken Datca Yarımadasında
karadan ulaşılamayan bir sürü koy ve bük var zira. Ama kendileri hareket ve
uzun yol peşindeler. Neyse yolda karar veririz diyorlar. 10:30 gibi pürmeçe
lerimizi alıyor ve yola revan oluyoruz iki tekne. İstikamet Palamutbükü,
yolumuz 8 mil.
Dünden sonra çerez. Sıcakları yolda geçirelim istiyoruz ama yol çok kısa. Yavaş
yavaş acele etmeden sıfır rüzgar ile seyire başlıyoruz. Bu arada ilk günden
beri hep arkamızdan sırtımız yani oltamız bizi takip etmekte, ama hiçbir şey
yakalamış değiliz. He pardon bir tane avuc kadar bir balık aldık Marmaris
açıklarında. Hemen pişirip kızıma öğle yemeği yaptık onu. Onun kısmeti diyerek.
Denizin Fatihi nde balık yakalamak henüz nasip olmadı. Sevgili Mehmet Erem in
Lotus u ile bir sefer 1
metre civarında yavru bir Kılıç yakalamışlığım vardır
nitekim çok da acemi sayılmam. Tabi bu arada Faika Hanım uyarıyor şakayla
karışık Fatih cim o kadar oltalar hazırlıyorsun takımlarını övüyorsun ama daha
siftah yapamadık diyor. Balık işi kısmet işi Annecim Diyorum. Kısmetimizde
varsa olur. Nitekim ertesi gün iki seri yavru palamut alacağız.
Yaklaşık iki saat
sonunda Palamütbükü ne varıyoruz. Liman ağzı çok dar olan içerisi 3 metre derinlikle
korunaklı bir liman burası. Erken gelinir ise tonoz bulunuyor. Bizde öğlen
vakitlerinde, çok geç kalmadan geliyoruz zaten. İçeride bir çok yer mevcut
liman görevlisi arkadaş uygun bir yere alıyor bizi. Tonoz yardımı ile
bağlanıyoruz. Koray lar biraz arkamızdalar, balık yakalamak için ne varsa suya
atmışlar onları topluyorlar. Bu arada onların aklı yol yapmakta. Arıyor
soruyorum ne yapacaksınız karar verdiniz mi diye. Yanınıza gelelim konuşalım
diyorlar. Biz uzun yoldan birlikte olmak için geldik diye ayrılmak istiyoruz
diyemiyorlar anladığım kadarı ile. Limana giriyorlar o arada. Nedir plan diye
soruyoruz hiç değilse gezelim öyle gelelim biz diyorlar. Arkadaşlar siz bizim
için kendinizi bağlanmayın sonuçta bu bir tatil ve senede bir kez olan bir şey
kafanıza yatan ne varsa onu uygulayın diyoruz. Biraz rahatlıyorlar. O zaman
kumanyamızı tamamlayıp bir yerlere gidelim diyorlar. Anlaştık diyoruz. Araf ı
üzerimize aborda ediyoruz. Bizim ekip bağlandığımız gibi kayıktan kaçıyor hava
çok sıcak bugün yine ve hiç esmiyor. Bu arada aklıma bir plan geliyor.
Bugün tatilin
dokuzuncu günü ve bizimkiler artık sıkılmaya başladılar. Acaba diyorum klimalı
rahat bir oda tutsam da bizimkiler bir gün sefamı yapsa. Kimseye bir şey
söylemeden aramaya başlıyorum. İlk karşıma çıkan pansiyona giriyorum fiyat
almak üzere, üç yüz lira istiyor pansiyon odasına. Çok diyorum, pazarlık olmaz
diyor. İndirim istemiyorum ki diyorum, benim bütçeme göre bir pansiyon a bu
para çok diyorum. He o zaman size iki yüz elli lira diyor bayan. Kusura
bakmayın ben düşünmüyorum diyorum. O zaman biraz daha indirelim derken
kaçıyorum oradan. Bu nasıl bir fiyat o paraya en lüx otelde yer bulurum
diyorum. Tabi bulursam. Elime alıyorum telefonumu otel arama programlarını
karıştırıyorum biraz, en iddialı program bile Palamutbükü nü tanımıyor. Bu
arada liman kapısının hemen karşısında ev yemekleri yapan ev hanımlarının
işlettiği şirin bir yer buluyoruz. Yanı market onunda yanı yine bir pansiyon.
Üç mekanda aynı ailenin. Fiyatlar çok yüksek gözükmüyor. Onlarada oda sorayım
diyorum. Boş odaları yok fiyatları pansiyon odası için yüz altmış lira. Oda
yüksek geliyor. Artık başka bahara diyerek vazgeçiyorum.
Şirin cafe de pervane
bulan hanımlar hemen oturmuşlar. Tauna hanımın öğle yemeği vakti. Kendisine
köfte ve pilav söylenmiş yedirilmeye çalışılıyor. Çocuk sıcaktan yiyemiyor
tabi.
O arada kumanyalarını
tamamlayan Araf Ekibi geliyor. Biz geç olmadan çıkalım diyorlar istikamet Symi
diyor Kaptan. Aslında bizim düşüncemiz Symi ye birlikte gitmekti, onları
oralarda gezdirmek istiyorduk ama geçen hafta orada yaşadığımız talihsizlik
bizi biraz üzdüğü için gidemedik. Ayrıca yol yorgunluğumuzu da atamamıştık.
Size iyi seyirler diyerek Araf ı uğurluyoruz. Symi de ne yenir, ne yapılır,
nereye bağlanılır, nerede yüzülür anlatıyoruz güzelce. Onları orada karşılamak
üzere Erol Akyiğit i arıyoruz. Arkadaşlar ilk defa gelecekler sende oradaysan
karşılaman iyi olur diyoruz. Kırmıyor bizi sağolsun. Öğreniyoruz ki akşam üstü
Pedi limanına girmişler Erol ağabey de halatlarını almış.
Araf ekibi gittikten birkaç
saat sonra limana geceleyecek tekneler yavaş yavaş girmeye başlıyor. İçerisi o
kadar ufak ki herkes birbirin üzerine demir döşüyor. Bir ara güvertede
çalışırken 52 feet
bir motoyatın benim tonoz halatına çok yakın demirlediğini fark ediyorum. Hop falan
diyemeden demirini döşeyip hızla sahile koltuk alamaya gidiveriyor. Bir
bakıyorum bizim tekne iskelemizdeki motoryatın üzerine basıyor. Usturmaçalar
patlayacak. Olmadı bu iş diyerek. Atlıyorum hemen kayıktan, yanlarına gidiyorum
yeni gelen motoyatçıların. Durumu izah ediyorum. Kusura bakmayın liman
görevlisi oraya atmamızı söyledi diyorlar, haklılar. Ama nitekim benim tekne bu
durumda diyorum. Görevli inatla olmaz abi öyle şey. Mümkün değil diyor. Arkadaşım
gel beraber bakalım diyorum dinlemiyor. Motoryatın kaptanı emekli paşa, denizci
hemde. Liman görevlisi bişey olmaz paşam siz rahat olun diyor. O zaman kusura
bakmayın siz demirinizi almazsanız ben çıkmak zorundayım diyorum. Olmaz öyle
şey biz sonra geldik düzeltiriz diyorlar. Görevli inatla gerek yok diyor.
Çapalarıda Delta bu arada, bıçak gibi halatı tutan kısmı. Ne yapalım diyorum
ses yok. Bakın benim teknemde bir yaşında bebeğim var. İşi riske atamam ya siz
düzeltin ya da ben limanı terk edeceğim diyorum. Neyse razı oluyorlar ama, istemeye
istemeye. O zaman diyorlar sende gel yardım et bize. Tabi ki diyorum liman
görevlisini de yanıma alarak. Görevli işinden bezmiş bin pişman. Bana da sesi
çıkmıyor belli ki ondan daha iyi anlıyorum bu işten. Nede olsa onların işi
sadece halat alıp tekne bağlamak. Beşte mesai bitiyor. Sonrasında iki tekne biz
uğraşacağız bu durumla. Nitekim demirlerini topluyoruz. Oda ne demir başka
demirle birlikte geliyor. Bakıyorum bizim tonoz rahatlamış. Tamam diyorum tonoz
boşaldı şimdi demirleri ayıralım. Görevli hemen atlıyor konuya ben dalarım. Yok
kardeşim diyorum ben sebep oldum ben hallederim. Olmaz abi diyor. Anlıyorum ki
adamlardan para koparmanın peşinde. Bak güzel kardeşim diyorum zaten üzerinde
bu yat varken altına dalman doğru değil. Verin bana iki metre bir halat bir
dakika mı almaz diyorum ayırmam çapaları. Nitekim halat yardımı ile
kurtarıyorum çapaları birbirinden. O arada ben çalışırken benim boynumdaki
kolye bizim motoryatın çapasına takılmasın mı. Az daha bende demirle birlikte
suya düşüyordum. Allah tan yanımda motoyatın yedek kaptanı vardı da tuttu beni.
Yoksa maazallah kötü şeyler olabilirdi. Nitekim bu talihsiz olaydan da
kendimizi, sevgili M.Erem in öğretileri ile kurtarıyoruz.
Akşam üstü olduğunda
sıcaklık biraz azalmış hiç değilse dayanılabilir hale gelmişti. Hadi diyoruz
yürüyüşe çıkalım. Sahilin diğer tarafı yol boyunca uzanan takıcı, bademcilerle
dolu. Şehir hayatını özlemişiz, Symi den beri hep koylarda kalmıştık iyi
geliyor ekibe bu hava. Değişik insanlar görüyor kasabayı dolaşıyoruz. Gece çok
geç olmadan da kamaralarımıza çekiliyor dinleniyoruz. Sabah yine kısa bir etap
ile Datça ya gideceğiz.
Palamutbükü :
Son İki Resim Alıntıdır.
3 Ağustos Pazartesi :
Yine sabah çok erken
çıkmaya gerek duymuyoruz. Hava ısınmadan çıkma niyetindeyiz. Datça ya olan
yolumuz 14 mil.
Yine rüzgar yok denecek kadar az. Rüzgarımız pupadan yani arakadan geliyor cenova
ve motor yardımı ile seyir ediyoruz. Yolumuz üzerinde birkaç bük ve ünlü Kargı
Koyu var. İlk önce Ovabükü ne sonra Hayıtbükü ne oradan da Domuzbükü ne
giriyoruz. Demir atmadan içeride birer tur atıyor çıkıyoruz her birinden. Ekip
çok sıcak ladığında büklerde suya uzunca bir yüzer halat atıyor ve serinleme
molası veriyoruz. En kolayı böyle, rüzgar ve dalga yoksa ilk işimiz bu oluyor
artık genelde.
Yolda tabi yine bizim
olta iş başında. Bir ara çıkrık ötmeye başlıyor belli ki balık var. Ama o kadar
cılız asılıyor ki varla yok arasında bir şey. Elime alıyor ağırlığına bakıyorum
çok hafif hayırlısı diyor çekiyorum. Balık yoksa bile kontrol eder yine atarız
diye düşünüyorum. Çekerken bakıyorum her
zaman suyun üzerinde gelen sahte yem derinlerde, acaba mı diyorum. Çekmeye
devam ederken uzaktan bir balığın atladığını fark ediyorum. Faika Hanım ın
şansına diyor çekmeye devam ediyoruz. Olta yaklaştığında 250 – 300 gr
ağırlığında beş tane palamut geldiğini fark ediyoruz. Tabi ekip Marmara dan istavrit
yada mezgite alışık olduğu için bir çığlık kopuyor teknede. Sakin olun ufak
balık bunlarda diyemeden alıyoruz balıkları güverteye. Bu arada bir tanesi
denize düşüyor. Olsun diyoruz oda Posedion un hakkı olsun. Herkes sevinçten
dört köşe. İlk elle tutulur balıkları avlamış oluyoruz. Hemen bir kova alıp
gelenleri atıyoruz içerisine yenileri için salıyoruz oltamızı derin sulara. Bir
on beş dakika sonra çıkrığımız yine başlıyor ötmeye bu sefer biraz daha ufak
dört tane palamut. Onları da alıyoruz hemen güverteye. Ya kısmet diyerek yine
sallıyoruz oltamızı. Ama bir daha balık malık tutamıyoruz. Dedik ya kısmet bu
iş. Posedion hakkınız bu kadar diyor, zaten tam ekibe yetecek kadar, bir
öğünlük balık yakalamış oluyoruz.
Saatler öğleni gösterdiğinde Kargı Koyuna
giriş yapıyoruz yemek ve yüzme molamız burada bugün. Neyse ki dağlardan inen
rüzgarla içerisi az da olsa serin. Koya girince yelkenlilerin batı kısımda
demirlediklerini görüyor bizde 10
metre suya demirimizi bırakıyoruz. Demirimizin
tuttuğundan emin olmak için biraz tornistanda yol veriyoruz fakat demir bizimle
birlikte geliyor. Biraz daha zorladığımızda yine taradığını fark ediyoruz. Tekrar
demir atmak yerine bu şekilde yüksüz vaziyette beklemeye karar veriyoruz.
Yaklaşık on beş dakika sonra demirin taramadığından emin olarak motorumuzu
kapatıyor ve kendimizi Kargı nın muhteşem sularına bırakıyoruz. Öğlen
yemeğimizi burada yiyeceğiz bugün. Buradan sonra Datça için pek yolumuz yok. Doğumuzda kalan burunun hemen arkası Datça
Merkez. Bize mesafesi 2,5
mil. Yarım saat yani. Burada iyice serinlemek için
oyalanıyor ve yemeğimizi yiyoruz. Rüzgar kısmen azalınca da topluyoruz
demirimizi, İstikamet Datça. Bu arada çapa denizde ne kadar erişte varsa
hepsini toplamış gelirken. Demirin tutmaması normal diyoruz.
Datça ; burası iki
doğal limandan oluşmakta. Biri Kuzey diğeri Güney olmak üzere iki bağlanma yeri
mevcut. Kuzey limanı korunaksız bir liman, az su çeken veya günübirlik alargada
kalacak tekneler için uygun. Güney limanı ise Kuzey Limana göre daha korunaklı bir
yer. Güney Liman ağzına geldiğimizde sahilden liman görevlilerini arıyor
gözlerimiz. Saat erken olduğu için bir on beş dakika bekliyoruz. O arada sahil
güvenlik teknesi gözümüze çarpıyor, ne tarafa bağlanalım ne tavsiye edersiniz
diyoruz biraz eğlenin görevli gelecektir yanıtı alıyoruz. Görevli çok geç
kalmadan geliyor. Burası çok revaçta olan kalabalık bir liman. Kocaman gezi
tekneleri, motoryatlar yelkenliler ne ararsanız var limanda. Öyle büyük bir
liman olarak düşünmeyin herkes iç içe aslında, kimin nereden koltuk aldığı
belli bile değil. Evet babalar ve aneler var ama çok solugan aldığı için içeri,
herkes bir yerlerden yedeklemiş teknesini. Halatlar karmakarışık. Neyse liman
görevlisinin gösterdiği yere bakıyorum iki yanında da kocaman tekneler olmaz
diyorum farklı bir yok mu? Daha dışarıda boş bir yer gösteriyor, olur diyor
oraya manevramızı yapmaya başlıyoruz. O arada demir atacağımız yerde başka bir
gulet demir toplama telaşında, az da olsa rüzgar var. Onu beklerken ileri geri
eğleniyoruz. Neyse o demirini aldıktan sonra onun yerine başlıyoruz demirimizi
döşemeye. Bağlanacağımız yer solugan aldığı için iyi demir tutturmam gerekiyor
aksi halde demir tararsa maazallah kötü şeyler olabilir. Eşim Deniz demirde ben
dümende uzunca bir demir döşüyoruz. Koltuk halatını vermeye ıkı metre kala zincir
bitiyor. Hayda bir daha mı atacağız derken. Benim emniyet olsun diye bitmesine
iki metre kala kırmızı ile boyadığım yerde durduğunu anlıyorum Deniz in. Neyse
onu da atınca koltuk halatlarımız uzanıyor ve yerimize yanaşıyoruz. Hemen başa
gidip zincire bosa vuruyorum. Yandaki Alman kaptan bosa vurduğumu görünce Türkçe
‘Hoş Geldin Büyük Kaptan’ diyerek karşılıyor bizi. Selamını alıyoruz tabi
gülerek. Liman görevlisi ‘abi sen işi biliyorsun nasıl istersen öyle bağlayalım
kayığını’ diyor. Koltuk alacağı babaları bana danışıyor. Bilseydim bosanın bu
kadar işe yarayacağını diğer limanlarda da yapardım diyorum içimden. Hele
Palamutbükü nde dermanımızı anlata kadar göbeğimiz çatladı diye düşünüyorum.
Neyse selametle buraya da bağlandık çok şükür.
Hemen pasarella yı
karaya uzatıyor ekibi serinlemek üzere karşıdaki cafe ye yolluyorum. Bende
tekne toparlamaya başlıyorum. Bilmeyenler için söylüyorum. Tekne düzeni öyle
bir şeydir ki. Seyir de farklı, solugan alan limanda farklı, rahat limanlarda
farklıdır. Kullanacağınız bardaklar bile değişiyor. Burası solugan aldığı için
seyirde kullandığımız kalın plastikten olan tabak ve bardakları kullanıma
alıyorum. Hanımları da uyarıyorum bu limanda cam kullanmayacağız. Neyse
hazırlıklar bittikten sonra dinlenme zamanı bana geliyor. Kendime soğuk bir içecek
koyarak havuzlukta bir gölgeye uzanıyorum. Hanımlarda yüzmek için yan taraftaki
plaja gidiyorlar. O arada ben içeride bir şeylerle uğraşırken Dışarıdan bir ses
hop deyiveriyor. Hemen çıkıyorum dışarı bir bey Fatih sen misin diyor. Evet
diyorum. Ben Hamdi Atalay diyor. Ooo korsanım nasılsınız diyor kayığa davet
diyorum kendisini. Karşılaşmak ve tanışmak ne güzel bir tesadüf diyor ve
başlıyoruz hoş sohbete. Sonrasında akşam görüşmek üzere sözleşip uğurluyorum
kendisini. Bu arada her gittiğimiz limanda bir korsan çıkıyor karşımıza. Tekneniz
biraz süslü olduğu ve ismi size özel olduğu için hemen tanıyoruz kayığınızı
diyorlar. Çok memnun oluyoruz bu durumdan, zira kendimizi bu seyahat boyunca
hiç yalnız hissetmedik.
Hanımlar geldikten
sonra akşam üstü erken bir akşam yemeği yiyerek geçiştiriyoruz yemek faslını
zira çok sıcak ve kimsenin ağır bir yemek düşüncesi yok. Halbuki kitaplarda
Datça nın her daim estiği ve çok serin olduğu yazmakta idi. Ama bizim şansımıza
bu günlerde bu çok mümkün gözükmüyor sanırım.
Akşam yemeğini de
hallettikten sonra hanımlar şehri dolaşmak üzere güzel güzel giyinip dışarı çıkıyorlar.
Bende işlerimi bitirip sizi bulurum diyerek onları uğurluyorum. O arada bot ile
bir tur atayım limanı keşfedeyim diye atlıyorum bota. Güney Liman içi ufacık
bir yer. Bari Kuzey Limanı da kolaçan edeyim diyorum. Burunun arkasını dönüp
liman içine giriyorum. Burası Güney Limandan çok daha geniş bir yer. Önünde kocaman
bir kumsalı olan bir yer, burasının sahil merkezi yani. Sahile yakın yavaş yavaş
seyir ederken bizimkileri görüyorum. Çok şaşırdılar tabi sen nasıl oldu da
geldin diyorlar, biz çok yürüdük. Ne var ki bunda botla denizden geldim diyorum.
Benim üzerimde sadece deniz şortu tarzan gibiyim onlar ise süslü püslü
kıyafetlerle akşam gezmesindeler. Hadi diyorum siz devam edin madem ben duş
alıp giyinip geliyorum. Dönüyorum tekneye. Duşumu alıp kaç gündür açmadığım temiz
kıyafet dolabımı açıp şık bir iki kıyafet giyip bende yanlarına gidiyorum. Bu
arada iki haftadır denizlerdeyiz iki havuz şortu beş tişört yetiyor da artıyor.
Ne gerek var kot gömlek dolaşmaya teknede değil mi? Neyse tam hanımların yanına
geliyorum nazar değiyor, ayağımdaki terlik kopuyor. Çıplak ayak yürümeye devam,
yapacak bir şey yok. Neyse hanımlarla buluşuyor bir cafe de kahve ve
kokteyllerimizi yudumluyoruz. Datça nın güzelliklerini kumsaldaki masamızdan
seyre dalıyoruz. Burası da her meşhur tatil kasabası gibi çok kalabalık. On
gündür kimsenin olmadığı koylardan geldiğimiz için ilk gün keyifli oluyor. Ama
sonrasında bir günün bile yeteceğini anlıyoruz tabi. O kadar sakinlikten sonra
bu kadar kalabalık insanı yormaya yetiyor.
Gece her zaman olduğu
gibi bizim ekip bana erken gelen bir vakit de kamaralarına çekiliyor. E bizde
sözleştiğimiz üzere Hamdi Atalay ile buluşmak üzere konuşuyoruz. Tekneleri
bizim iki yanımızda. Ellerinde bir darbuka havuzlukta solo enstrüman müzik
yapıyorlar. Darbuka olurda şopar havası olmaz mı. Sahilden geçen herkes hayran
hayran onları dinliyor. Bende geçiyorum yanlarına. Su katınca beyazlayan
likidlerle başlıyoruz oyun havalarına eşlik etmeye. Bu arada sahilde yürürken
iki sokak sanatçısı gözüme ilişmişti. Onlara söylediğimde e o zaman hadi ne
duruyoruz gidelim onları bulalım diyoruz. Çıkıyoruz aramaya. Ama onlar erken başladığı
için mesailerine erken bırakmışlar müzik yapmayı. Bizde onların çaldığı amfi
tiyatro tarzında olan yere geçiyor önümüze bir mendil açarak çalıp söylemeye
başlıyoruz. Hayat makara değil mi bazen. Oradan zabıtalar tarafından kovulana
kadar ayrılmıyoruz. Gecenin ilerleyen saatlerinde şikayet olmuş tabi. Gecenin
hasılatı bir iki yemiş kabuğu oluyor. Başkada bir şey kazanamıyoruz.
Tabi saatler
ilerlemiş sanatçılarımız yorulmuş vaziyette müzik yapan bir yerler aramaya
çıkıyoruz. Teknelere yakın bir mekanda Odtü den bir grubun müzik yaptığını
görüyoruz. İçerisi çok kalabalık ve kapalı mekan. Kapının önüne açıyoruz yine
dükkanı. Onlar içeride Bonjovi, Nirvana takılırken biz dışarıda roman
havalarına devam. Çok geç olmadan bu şekilde olmayacağını anlıyoruz. Ben
tuvalete gitmek üzere içeri giriyorum ve gerçek müziğe kendimi kaptırıyorum
sanırım bir saat kadar bizimkileri kollayarak kulağımın pasını atıyorum.
Gecenin ilerleyen saatlerinde artık bünyelerimizin pes ettiğini anlıyor ve
teknelerimize çekiliyoruz. Birbirimizle tanıştığımızdan çok memnun oluyoruz.
Bir daha ki görüşmeye kadar vedalaşıyoruz.
Ertesi gün artık
Turgut a yerimize döneceğiz.
Her şeyin sonu olduğu
gibi bu tatilinde bir sonu olacaktı değil mi? Her ne kadar ben kayığımın dan
ayrılamasam da ailem daha ağır basıyor tabi. Artık onları daha fazla yormak
istemiyorum. Sabah Turgut rotasını tutacağız. Seyrimiz 21 mil yani 4 saat civarı
sürecek.
Bizim Ekip :
4 Ağustos Salı :
Sabah yine çok erken
çıkmak istemiyoruz. Gideceğimiz yere çok erken gidersek öğlen sıcağını yiyoruz
ve hiç de iyi olmuyor. Hiç değilse seyirde az da olsa esinti oluyor çünkü.
Saat 10:00 civarı
demirimizi alıyoruz Datça dan. Dışarıda çok güzel bir rüzgar var, tüm yelkenler
açık motor kapalı seyrimize başlıyoruz. Rüzgarımız pupadan 25 knotlarla esiyor.
Buda bize yelkenlere ince trim yapmadan dahi 6 knot yol yaptırıyor. Oltamız
yine suda. Yol üzerinde Aktur ve Kurucabük te yüzme molası veriyor sonrasında yolumuza devam ediyoruz. Selimiye önlerine kadar sancak kontra ilerliyoruz. Burunu
kurtaramayacağımızı anladığımızda ayı bacağı yelken düzenine geçiyoruz. Bu
şekilde de 20 Knotlara gerileyen rüzgar yardımıyla 5 knot civarı bir hızla
Turgut önlerine düşüyoruz. Artık tatilin son seyri ve bu seyirde hiç motor
açmamış olmak bana ayrı bir huzur veriyor. Çünkü tüm tatil boyunca hiç böyle
bir rüzgar yakalayamamıştık. Ya tam kafadan gelmişti ya da hiç esmemişti. Tüm
gün yelken yapmanın keyfi ile Turgut evimize bağlanıyoruz.
Bugün burada kalacak
ve tekneyi toparlayacağız. Çamaşırlar verilecek içerisi silinip süpürülecek.
Yani tekne bir daha ki seferimiz için neta edilecek. Yarın da kısmetse aracımızla Yalova ya yazlığımıza döneceğiz. Yani bu seyir yazımızın sonuna geliyoruz.
Sevgili M.Erem in Kayığı Lotus tan kalan bir
alışkanlık ile ekibe tatilin ‘en’ lerini belirleyelim teklifinde bulunuyorum.
Buyurun Ekibin Cevapları ;
En Güzel Deniz ; Tabi
ki Symi Adası Thesselona Koyu
En Güzel Yemek ; Yine
tabi ki Symi Adası Pantelis Restaurant
En Çok Eğlendiğimiz
Mekan ; Symi Adası Harani Bar
En Güzel Koy ; Yeşilova
Körfezi Adaboğazı Yüzme Molamız
En Güzel İskele ; Kocabahçe
ve Octobus Restaurant arasında kaldık
En Tarihi Mekan ;
Tabi ki Knidos
En Kötü Günümüz ;
Tabi ki Tuna mızın talihsiz kazasının olduğu gün
En Güzel Seyrimiz ;
Datça – Turgut Yelken Seyri Yaptığımız Gün
En Güzel Liman ; Çok
rahat uyuyamasak da Datça
Maşallah Diyelim Lütfen Kızımıza ve Aileme ;
Tuana dan Herkese Öpücükler ..
Evet Efendim bir
seyrimizin daha sonuna geliyoruz. Okuyan herkese teşekkürlerimi sunmak
istiyorum. Bir daha ki seyrimizde buluşmak üzere.
Selametle ..
Fatih Tanış
S/Y Denizin Fatihi