11 Ekim 2014 Cumartesi

Mehmet Erem den Yelkenli Yat Kaptanlığı Eğitimi

Toplamda 3 gece 4 gün süren Lotus Yat Kaptanlığı Eğitim Seyrini kısa notlarla anlatmaya çalışacağım;

 
Önce ekibi tanıtarak başlayım isterseniz. Ekibimiz Mehmet Erem, Selma Ömür, Can Ateş ve ben Fatih Tanış tan oluşmaktadir efendim.

Kayığımız LOTUS




Begonvil



İlk gece uçaktan inip havaş ile Marmaris terminaline oradan da Selma hanım ın bizi alarak tekneye varışımızla başladı. Tekneye ulaşmamız Akşam saatlerini bulduğu için seyre çıkılmadı. Teknede kamaralara yerleşmemizin ardından  ekip olarak iskelede ayrılan masamızda yerlerimizi aldık. Aynı iskelede bağlı olan Avara kaptanı Erol Akyiğit, misafirleri Erkan Bey ve Ayşe Hanım la bir süre sonra masamızda bizlere katıldılar. Erol abiyi ben daha önceden tanıyordum fakat misafirleriyle tanışmak bizler için sürpriz oldu. Sebebini yazımın ilerleyen kısmında hep beraber göreceğiz.

!! MEREM !!




1. Gun

Simi seyri :


Sabah 9 gibi kalkıldı. Seyir hazırlıklarına başlandı. Saat 10 civarı bulunduğumuz Begonvil iskelesinden avara olundu. İskele kontra kolayina bir ruzgarla 3 saat civarinda sürdü yolculuğumuz. Seyirlerde hiç durmadan her boş vakitte sözlü eğitim yapıldı Mehmet Erem tarafından. Tüm ayrıntılarıyla Yat Kaptanlığının incelikleri elimizdeki yazma tahtasına ve sonrasında uygulamalı olarak haritalar ile masaya yatırıldı.
İlk önce dik tepelerinin ve denizinin beni her seferinde ayrı büyülediği  Thessalona koyunda deniz molasi verildi, demir atma pratiği yapıldı. Orada bize Avara ve mürettebatı katıldı. Sonra Pedi de konaklamak üzere birlikte demir alındı ve seyre çıkıldı. Yaklaşık bir saat sonra Pedi deki Beton iskele ye aborda olmak üzere hazırlık yapıldı, detaylı şekilde yanaşma taktikleri tartışıldı.
Pedi de deniz molası verilerek dinlenildi ve daha sonra Simi ye gitmek üzere topluca otobüse binildi. İlginçtir ki otobüste bu aylarla mı alakalı pek bilmiyorum ama yaş ortalaması sanırım 70 in üzerindeydi ve bu bize kendimizi oldukça olgun hissettirdi.  Hep birlikte Simi de alışveriş için markete uğrandı. İhtiyaçlar karşılandı. Akşam sahilde bulunan Pandelis restaurant da likidler eşliğinde çok keyifli bir aksam yemeği yenildi. Likidlerin dozu arttıkca ekiplerde bir bir çözülmeye, samimiyet doruk noktaya ulaşmaya başladı. Nitekim sonrasında bulduğumuz çok eğleneceğimiz bir barda müzik dinlenip dans edilmeye geçildi. Artık burada dananın kuyruğu kopmuş iki ekibin de fırlamaları su üstüne çıkmış, tüm Simi bizim Ankara oyunlarıyla oynar hale gelmişti.(Aramızda Ankara lı olsaydı daha iyi olacaktı ama neyse) :) Saat bayağı ilerlemiş eğlencenin dibine vurulmuş likidler görevini icra etmiş bir halde dönüş için araç aranmaya başlandı. Nitekim bilenleriniz vardır. Simiden pediye en son araç yanılmıyorsam 23.00 dür. Nihayetinde bizim samimi eğlence anlayışımıza uyum sağlayan bar çalışanlarının da yardımıyla bir kamyonet bulunmuş ve biz erkekler kasasında yerlerımızı almış olduk.  :) Tabi bu arada elimizde shut bardakları (dökülürse az zayi verelim amcımız) içlerinde de Metaksa eşliğinde. Pedi ye vardığımızda kamyoneti kullanan arkadaşa lütfen kasanın damperli olduğunu söyle tarzında yakarışlar duyulmadı değil. Nitekim sürünerek de olsa bir şeklide sağsalim kayıklarımıza vardık. Bilmiyorduk ki bu gecenin macerası yeni başlıyordu. Ben hemen Mahir abinin gıcık olduğu :) meşhur kablosuz ses aygıtını en olası romantik müzik ile donatarak ortama bir romantızm kattım. Katmaz olaydım.  :D Bizim aşık misafirler Erkan ve Ayşe Lotus un güverte de başladılar aşkın ve tutkunun dansı tangoya hemen. Neyse yine bardaklar doldu doldu boşaldı Lotus un havuzluğunda hep birlikte. Başlandı hatıralar anlatılmaya hep birlikte. Bi ara Selma ve Ayşe hanım aşağı indiğinde Erkan abi açılmaya başlamaz mı. Abi ben aslında geçmişimi size pek anlatamadım hanımların yanında. Ben eskiden Londra Playboy vıdıvıdı sıydım. ( Ne oldugunu unuttum Playboy dan sorumlu Londra Bakanı gibi bişeymiş) Haydaaaa kardeşim şimdi mi söylenir bu. Son gece hatta son saatlerde, engin tecrubelerinden faydalanmadan seni nasıl bırakalım dimi ama. Aklımıza gelen binbir soruyu adama yönlendirdik tabi biz hemen. O ablalar insan mı ne yer içerlerde bu güzellik vb. :) Adam ambole olmuş bir şekilde başladı anlatmaya.  İşte ben saydığım kadarıyla 12 tanesi ile arkadaşlık kurdum şu kadar görüştüm en uzun  falan demeye. Üzerine şu anda ben bir kaç playmate kızı ile komşuyum oturduğum sitede demez mi. Muhabbetin sonrasını zaten hatırlamıyorum. :) (Rtük kararı ile )

Masum Köylüler :)



Bar henüz dağılmamışken :)



Sevgili Selma Hanım ve Misafirimiz Ayşe Hanımlar Erol Taş Abimizle bu karemizde de. :)



Pek Alkol Kullanmayan Erol Taş Pardon Akyiğit Ağabeyimiz. :)



Farkettiyseniz Fotograf Bile Çekemediğimiz Anlar. :)



2. Gun

Palamutbükü Seyri :


Planımız, gece iyice dinlendikten sonra sabah uygun bir vakitte uyanıp, Palamutbüküne yani Mahir Günşıray ve Eşi Cloud un bulunduğu limana bağlanmaktı. Seyrimiz eğitim ve tartışmalarla çok keyifli sürdü. Yanılmıyorsam saat 5 civarı idi. Benim kaptanlığımda Palamutbükü ne vardık. Palamarımızı Mahir ağabeyin elinden almak ayrı bir zevkti. Ve kıçtan kara sağsalim liman a bağlandık. Bir saat kadar hoş geldiniz kokteylinden sonra  akşam yemek için sözleşerek ayrılındı. Hemen kıyıda bulunan bir restaurant ta Mahir abi, Eşi, Can, Mehmet Abi ve Selma hanım ile akşam yemekleri yenildi. Ve sonrasında gece seyri yapmak üzere hazırlıklara başlanıldı. İstikamet Dirsekbükü maksat gece seyri incelikleri eğitimi.

Sevgili Mahir Ağabey ve Kaptanı Deryamız Mehmet Erem Ekmek ile Puro Takası Yaparken.



Bulunamayan dirsek 

Kaptanımız üstadımız sağolsun, sayesinde konaklayacağımız koy olan Dirsekbükü ne gece seyri ile, sadece harita ve kerteriz pusulası yardımıyla tüm görebildiğimiz fenerleri haritadan kontrol ederek, hiçbir elektronik cihaz kullanmadan geldik. Ama nasıl ? …. ayrıntılarda tabiki . :)

Tabi ki bunun için önce üç ayrı noktadan kerteriz alındı.Bu kerterizlerden ilki bir Fener idi. İlk görülen sancak tarafımızdaki bu fenerin, yine sancağımızdaki belli bir derecede haritada ve gerçekte fenerin önünü kapayacağı bir burunun derece ölçümü yapıldı ve o dereceye kadar seyre devam edildi. Çünkü koyun tam ağzına en yakin o şekilde gelinebilecekti. Velhasıl bu rota bizi koyun ağzına, yani çıplak göz ile içerideki demir fenerlerinin görülebileceği mesafeye düşürecekti. Nitekim düşünülen pozisyona hesaplanan şekilde gelindi.
Bu arada araya bir anekdot ilave etmeden duramayacağım. Mehmet Abi hesap yapmak için bir harita masasına, bir hazuluğa mekik dokurken biz kendisini izliyor merakla bakıyoruz. Allah Allah diyorum ben içimden bu adam niye bu kadar heyecanlı gidip geliyor. Meğer Gps in pili bitmiş oda manuel harita hesabı ile yerimizi tespit edip rota belirliyormuş. Neyse koyun ağzına geldikten sonra beyler dedi ‘koy girişi biraz çetrefilli gözünüzü dört açın bir yere bindirmeyelim’ E Mehmet Abi niye Gps ten açıp bakmıyoruz koy girişine dediğimde. Yok ki kardeşim Gps in pili demez mi.(Bunu da yazmadan duramayacağım; arada kopya çekmek için onun el Gps ini kullanıyordum sorularına cevap vermek için aleti açık unutmuşum) Nası olmaz abi benim yanımda iki tane Navionics(İpad ve İphone) bir tanede Garmin Deniz Haritalı El Cihazı var deyince. Al onları tıpa yap teknene demez mi. (Bu benim yorumum tabi) ‘Ben bir saattir ne için uğraşıyorum bilmiyormusunuz ter attı her yerimden koyun ağzını tutturacağım diye niye söylemedin Fatih cim’. ‘Abi ben ders zannettim o koşturmacayı ne güzel öğreniyorduk’ dediğimde ‘Neyse bunuda iyice tatbik etmiş oldunuz’ yanıtını aldım Kaptan’ı Deryamızdan.Tabi sükunetle. :)

Aslinda bulunan ama biraz terleten dirsek yani.


3. Gun


Gece seyrinin sabah 6 civarı bitmesi ile kamaralarına çekilen ekip, öğlen sularında tekrar uyandı. Sabah yapılan mükellef bir kahvaltının ardından son eğitim günümüze girmiş bulunuyoruz. İlk işimiz ‘karadan koltuk aldığımız sancak kıç omuzlukta bağlı olan halatımızı rüzgarın dirise etmesi sonucu ne yapmalıyız’ dersi oluyor ki durum da o zaten o an. Benzer uygulamaların yazı tahtası üzerinde örneklenmesinden sonra Sevgili Mahir ağabeyin Dirsekbüküne yaklaştığı haberini alıyoruz. Bizde misafir ağırlamak üzere ders için dağılan tekneyi toparlamaya başlamıştık ki. Ciddi ve bir o kadar sıkıntılı bir olay gelişiyor.

Lotus su aliyor !



Bir gun onceki, sancak kontra 25 derece tam arma orsa seyirde ipuclarini veren yine sancak kic kamaranin paspasi olmustu aslında. Ama kıç kamarada iki acemi çaylak olduğumuz için biz işi uyanamadık tabi.

Evet Lotus nasıl olduğu belli olmayan bir şekilde su aliyordu.

Gelelim konuya. Hep birlikte ortalığı toparlıyoruz. Mehmet abiye kilit lazim oldu. Farş tahtalarinin altinda oldugunu ogrendiğim kilit kutusunu bulmaya gittim. Aman tanrim ne göreyim! Sintine tamamen sular altinda. Hemen kaptana bilgi verdim. İnanmakta zorlansada görünce ikna oldu tabi. Hemen motor bölmesi açıldı tahmini derinliği bir metre olan sintine tamamen su dolu. Mehmet abi durum değerlendirmesi yapmak için hemen traş olmaya gitti tabi. :)  Şaka bir yana. Kaptan ilk iş hemen elektriği kesti. Çocuklar ‘sıkıntımız var’ dedi Can ve beni aldı yanına. Açın bakalın diğer farş tahtalarını dedi. Biz elimize bir kova ve maşrafa benzeri aletler alıp başladık suyu kovalara oradan da lavaboya boşaltmaya. Ben bu kadar hacimli bir sintine daha önce görmemiştim şahsen. Biz Can ile boşaltma işlemi yaparken Kaptan da aldı takımları eline fizibilite yapıyor. Nihayetinde anlaşıldı ki motorun deniz suyu alım hortumu bir şekilde hasar görerek suyu sintineye kaçırıyordu. Hemen borunun hasarlı bölgesi kesilip ek yapılarak önce bu sıkıntı giderildi. Gelelim sonra ki işlere, volan koruması civataları gevşek çıktığı için onlarda sıkıldı güzelce. Tabi benim aklımda bir soru işareti var bu motor suyun içinde kaldıysa elektrik bağlantıları için ne yapılmalıydı. Kaptana soruyorum durumu evet haklısın onlarıda check edeceğiz yanıtını alıyorum. Gerekli kontrolleri yapıyoruz. Ama aklımıza gelmeyen bir olay var motorun gevşek olan volan bağlantılarından su alıp marş motorunun içine su girmesi. Nitekim her şeyi nizami hale getirip kontrolleri de yaptıktan sonra makinaya basıyoruz ve gayet güzel çalıştığından emin olup kapatıyoruz motor dairesini. O arada Mahir ağabeyler gelmiş bize aborda olmuşlar ama biz harıl harıl su boşlattığımız için kafayı çıkarıp bir merhaba bile diyememişiz. Bizi soran Mahir abiye Kaptan ın cavebı; ‘cocuklara ödev verdim onu yapıyorlar birazdan gelirler’ oluyor.  Biz sessiz sessiz gülüp çalışıyoruz tabi bu arada. Durumu belli etmeyeceğiz ya.  :) Neyse sonuçta sıkıntılar giderilip her şey halloluyor. Tabi şimdilik.  9kly3

Misafirlerimizle bir iki saat vakit geçirdikten sonra. Biz dönüş yoluna çıkmak üzere hazırlıklara başlıyoruz. Tekneyi neta edip alıyoruz demirimizi, görülen hiçbir sorun olmadığından emin olarak rotamıza giriyoruz. Hisarönü körfezinde ciddi bir rüzgar ile eğitime devam ediyoruz. Hatta o rüzgarda balonumuzu basıp ‘broşa nasıl düşülür ve çıkılır’ eğitimi alıyoruz. Ve sıra son dersimiz olan Man Over Board tatbikatına geliyor.

Yapılamayan Man Over Board !

Tüm sözel anlatım tamamlandıktan sonra hazırlanan kobay insan ( büyük bir halat rodası bağlanmış balon usturmaça) :) denize atılıyor. Kaptanımız Can. İlk görsel teması sağlayan Mehmet Erem ‘Denize Adam Düştü’ ikazını yaparak arkasından halat bağlı Can simidini atıyor. Can Kaptan motor çalıştırıp tatbikata geçeceği sırada aaa o da ne motor marş basmıyor. :) Bir daha bir daha derken hiç tık yok. Marş motoru hiç hareket etmiyor. Haydaaaa bütün ekip kopuyor tabi gülmekten. Mehmet Abi olan bizim malzemelere olacak çocuklar hemen biriniz bota diğeri de benimle makine dairesine diye komut veriyor tabi. Can bot kaptanımız bu arada. İlk geldiğimiz günden beri her boşlukta bota atlayıp koyları teftiş ettiği için ona bu lakabı uygun görmüştük. :) Nitekim biz aşağı iniyoruz o da ne içeride bir duman. Mehmet abi yine elektrikleri kesiyor hemen. Makine dairesi açılıyor. Marş motorunun tüm kabloları yanmış ve motorun kendisinide zortlamış çıkıyor. O arada Can bizim kobayı almış gelmiş. Ben hemen dümene çıkıyorum. Can da elektrik okuduğu için marş motorunun başına Kaptan ın yanına geçiyor. Evet şu an motorumuz yok ve dışarıda değişken olmakla birlikte iğnecikten gelen 20 knot civarı bir hava var. Biz bu rüzgarı geniş apaz kullanarak gireceğimiz koya en yakın düşeceğimiz noktaya dümen tutmalıyız. Bu durum çok elzem bir durum değil aslında. Nihayetinde biz Kaptanı Derya mız Merem Kaptanımızdan üç gündür zaten bunun eğitimini aldık. Ama arkamızda bir motor güvencesi olmaması tabi ki insanı düşündürüyor. Çünkü sorumluluk bende ve Lotus un Kaptan ı motor dairesinde. Ve herhangi bir hatamda bana yardıma hemen gelemeyecek durumda. O arada rüzgar benimle oyun oynuyor. İğnecikten gelen rüzgar arkamdaki tepelerin etkisiyle karışıp yön değiştiriyor. Bir iki üç derken dayanamıyorum ‘Kaptan ben ayı bacağı yapacam’ diyorum. Dur geliyorum yanıtını alıyorum. Tabi Kaptan geldiğinde rüzgar yine yön değiştirmiş geniş apaz a dönmüş olduğundan fırçayı basıyor bana. ‘İşim var çocum’ böyle devam et sen. :) Tamam kaptanım diyorum. Nitekim koyun girişine geliyorum rüzgar arkadan estiği için kavança atılacak bu arada. Altımdaki tekne de Lotus tabi, Denizin Fatih i olsa ohooo. Neyse atıyorum kavançayı giriyorum koya derin bir oh çekiyorum. Erol Kaptan Begonvil Restaurant ın botu ile bizi yedeklemeye geliyor. Bu şeklide sağ sağlim yerimize bağlanıyoruz. Eğitim maceramız ‘Full Eğitimle’ sonlanıyor. 

Aslında İşin Başından Beri Kimsenin Aklına Bile Gelmeyen Bir Gerçek Vardır. Oda Bu Olayların Mehmet Erem in Ekibe Eğitim Adı Altında Yaptığı Komplolar ve Sonucundaki İşkencelerdir. Fotoğraf Herşeyi Anlatıyor. :D :D




Anlatımımda bir yanlışlığım varsa ekip arkadaşlarımdan özür dilerim. Avara ekibinin hoş görüsüne sığınarak kendileriyle tanışmaktan kıvanç duyduğumu belirtmek isterim. Ayrıca eğitimle ilgili her ayrıntıya değinemedim nihayetinde yazım eğitim değil maceralarımız hakkındaydı. Öğrettiği engin bilgilerden ötürü Sevgili Mehmet Erem e saygılarımla.

Fatih Tanış


Sevgilerimle.

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Madenci Mehmet Abi




Sizlere faklı bir hikaye anlatacağım ;

1999 yılı Ağustosun 16 ncı gecesi saat 2 civarı idi. Sakarya Merkez de olan evimize geleli henüz 10 dakika olmuştu. Evimiz 6 katlı binanın en alt katı, hatta altında birde garaj bulunan bir apartman dairesiydi. O gece en üst kat komşum, yakın arkadaşım olan Şevket le birlikte gelmiştik. O yalnız başına kendi evine, bende annem ve kardeşimin olduğu kendi evime geçtim. Bu arada biliyor olabilirsiniz Adapazarı imarı 5 kata izin vermekte ama ne hikmetse bizim sitedeki 20 daireli 8  binada neredeyse 7 katlı idi. 

Gece yarısı 2 civarı yatağıma uzandım. Baş ucuma yatarken bir bardak suyumu, sigaramı, zippo çakmağımı ve cep telefonumu aldım.  Uyumaya koyuldum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, birden çok ilginç bir gürültü ile yataktan çok yumuşak bir şekilde düştüğümü ve üzerime anlam veremediğim bir takım malzemelerin çullandığını fark ettim. Ayaklarımın acıdığını hissettim, ama ne olduğunu anlamam mümkün değildi. Çünkü sırt üstü yatar vaziyetteydim ve kımıldayamıyordum. Gözüm açık iken de kapalı iken de zifiri bir karanlık hakimdi ortama. Anlam veremediğim, gerçek dışı bir olay olduğunu sezdim. Nefes almam ciddi anlamda zorlaşmıştı, hatta her çektiğim nefeste, ufak partikül diyebileceğim toz parçacıkları nefes borumu kupkuru yapıyordu. O an insan aklı yetmiyor durumu değerlendirmeye. Bir sürü kurgu geliyordu aklıma ama hiçbiri beni kendine inandıramıyordu. En mantıklı gelen kurgu, benim yatakta ölü bulunup defin edildiğim, ama daha sonradan bir şeklide mezarda canlandığımdı. En mantıklı açıklama bu gibi geliyordu, çünkü bulunduğum ortam mezardan faklı değildi. Yumuşak bir zeminde sırt üstü yatıyor,  pozisyonumu ayaklarım ve belim dönmediği için değiştiremiyordum. Aklıma mezardan başka bir açıklama gelmiyordu. Bu arada insan beyni öyle ilginç ki anlayamadığı durumu bir şekilde mantığa uydurmak, aklı kaybetmemek için anlamlı hale getiriyor. 

Hani bazı testler vardır; göz yanılmasımı diyim, beyin oyunumu diyim, 'aslında cisim mavi' ama o cisim 'limon' oldugu için, biz onu sarı görebiliyoruz. Sanırım buna benzer bir algıyla. Beynim durumu mezar olarak algılayarak beklemem gerektiğini biliyordu. Devamlı yarı uyur halde olduğumu farkettim. Oksijensiz olmaktan mı, yoksa bedenim bir adrenalin yada uyuşma hali patlamasımı yaşıyordu, bilemiyorum ama ya uyuyordum yada hep bir baygınlık hali mevcuttu.
 Buna benzer bir durumu daha sonra başka bir şeklide de yaşadım. Açık bir trafik kazasında (ciddi bir motorsiklet kazası) sağ dizim kopmak üzere olduğu halde, ben devamlı yanımdakileri sakinleştirmek için gülüyor, eğleniyordum. İnsan beyni çok ilginç.

Belli bir zaman sonra zaman algım olmadıgı için tam bilmiyorum hiçbir şey yapmadan beklemek anlamsız geldi. Ellerim belimin sağında ve solunda yaklaşık bir on santim yeri tarayabiliyordu. İlk olarak elime su bardağım geldi. Hani süs bardakları vardır. Plastikten, iki pvc katman içerisinde su varmış gibi bir sıvı olan, bosken baktıgınızda su varmıs gibi görünen. Bardak oyle bir bardaktı. Bardagı elime aldım hafıf salladım, su sesi geldi. İnanılmaz susamama rağmen, dik vaziyette hemen bıraktım. Olurda dayanamazsam, cok zorlandıgımda, içinde su olduğuna inandıgım bardaktaki suyu içerim dedim. 

Ellerimi zeminde biraz daha gezdirdiğimde, zippo çakmagım geldi elime. Çok sevindim, ışık yapabilirim, etrafımı görebilirim dedim. Ve hemen çakmagı çaktım. Çakmak yanmadı, tekrar çaktım yanmadı. Ellerim belimin ön tarafına uzanabiliyordu ama başımı kaldıramıyordum. Sankı alnımda mezar tahtaları vardı. Başımı yan cevirerek cakmagı tekrar caktım, hiç degılse cakmak tasının ısıgı ıle bırsey gorurum belki diyerek. Baktımki mezarda değilim. Göçük benzeri bir yerdeyim. 

Bu nasıl olabilir! Ben nasıl bu yere gelmiş olabilirim!

Televizyonda seyrediyoruz her türlü şeyi acaba savas mı cıktı dedim, oyle olsa patlama olurdu. Oyle degılse ne olmus olabılırdı. Sonra durumu anlamlandıramayacağımı anladım. Buradan kurtulmak için bir şey yapmalıydım ama ne? 

Ellerimle aramaya devam ettim, bir tane tornavida geldi elime. Bu çok anlamlıydı. Ne yazık ki eğer olurda burada ölecek olursam dedim, bu benim acılarımı azaltabilir diyerek sakladım onu.

Aramaya devam ettim, ama baska birşey bulamadım. Sonra ben burdan nasıl kurtulurum diye dusunmeye basladım. Çok uzaklardan bir ses geliyordu 'sankı hani asfalt kıran delgiler vardır o ses'. Sanırım dedim ben bir yerde mahsurum ve benim burada oldugumu biliyor, kurtarmaya geliyorlar. Onlara, burada oldugumu bir şekilde haber vermeliydim. Zippoyu aldım elime hemen, elimin yanında soguklugundan anladıgım bir demir filizi duruyordu. Zippoyu ona belli bir tempo ile vurmaya basladım. 

Bagırmak istiyordum ama sesim çıkmıyordu, belkı şoktan dedim. O andan itibaren devamlı zippoyla ses cıkardım. Ama o ses ne yaklasıyor, nede uzaklasıyordu. Hep aynı tempoda ve uzaklıkta çalışıyordu. Zaman zaman aklımı kaybetme derecesine geldim, halisünasyonlar görüyor birileriyle konuşuyordum. Ama hiçbirini daha sonradan ne hatırladım, nede ne olduklarına anlam veremedım. Çok bekledim, ama ne o ses yaklastı, nede ben daha iyiye gidiyordum.

Belden asagım uyusmustu, ne acıyor ,nede sıkıntı verıyordu artık. Yaşadıgım sanrılar sebebi  ile sanırım, birkaç dakıkada bir, sanki ayağıma iğne batırılıyormuş gibi tepkiler verdiğimi farkettim. Bu oradan çıkana kadar istem dışı, hep devam etti. Bazen bir halisünasyon sebep oldu bu tepkiye, bazende başka bir şey, ama o neyse yapmaktan kendımı vazgecıremıyordum. Bu şeklide çok zaman gecti. O mezardan dar yerde yapmadıgım sey kalmadı. 

Ne yapılabilir diyenler olacaktır. İlk aklıma gelen, inancım geregı Allah a yalvarmak oldu. Ellerimin uzandığı yerlerime dokunarak tehemmüm abdesti aldım. Göz hareketleriyle namaz kıldım zifiri karanlıkta. Uyanıkken zippoyla vurmaktan baska en cok yaptığım bu oldu. Bu şekile bekleyerek saatler gecti. Ama hiçbirsey değışmıyordu. Ne o ses yaklasıyordu, nede baska birşey.

Sonra farkettim ki alnıma değen soğuk, tadı betona benzeyen bir şey artık kafamı ezmeye baslıyor. Basımı sol omuzuma koyup o sekılde beklemeye basladım. Artık ne beynim nede vucudum buna dayanamıyordu. 

Sonra aklıma, gece evde annem ve kardesımın oldugu geldı. Acaba onlar ne yapıyordu. Daha bir sene geçmemişti, babamı 44 yasında kaybetmemizin üzerinden. Annem ne çok üzülmüştür dedim. Kız kardeşim ufacık yasında hem babasını hem abısıni kaybetmeyi atlatabilecekmıydı acaba dedim. Bu düşüncelerle kendimi oyalamaya calıştım. Sonra bir ara düzensiz aralıklarla bir ses geldiğini duymaya basladım. Bir çekiç sesiydi bu. Dolu dolu vuruyor vurdugu şeyi ufak ufak kırıyordu sankı. O an bir calışma oldugunu dusundum. Bu andan ıtıbaren o ses her vurusunda daha yaklastı. Ama o kadar yavas ılerlıyordu ki saatler gecıyordu, daha yakına gelmesı. Elimdeki çakmagı daha bir dikkatlı vurmaya basladım. Sağ avucumun acıdıgını farkettim, ama cakmagı sol elıme veremiyordum. Bu şekilde vurmaya, ses cıkarmaya calısmaya devam ettim. Çıkan ses cok az bır sestı, ama tiz bir sesti. Hani kopek düdüklerı vardır, ınsan duymaz, ama kopekler cok uzaktan duyar. O geldı aklıma, hıc degılse bır ses cıkarıyorum dıyerek oyaladım kendımı. 

Çok zaman geçmişti. 

Artık dayanamıyordum, hem dayanılmaz şekilde susamıstım, hemde inanılmaz bir idrar birikmesi oldugunu farkettim karnımda. O an aklıma o bardak geldi, aradım buldum koydugum yerde, ama nasıl içecektim. Çok uğraştım, ama olmadı. En azından elimi ıslatayım, onu agzıma ulaştırmayı denerim dedim. Elimi bardağın ıçıne soktugumda bos oldugunu farkettim ve yıkıldım. Artık gücüm kalmamıştı daha fazla sabretmeye. Bardağı salladım su sesı gelıyor, ama boş. Sonra anladım ki bardagın içerisinde bır sıvı var. Kırdım bardagı vurarak. O sıvıyı elime sürüp ağzıma ulastırdım bir şekilde. O da kalın bır sıvıydı, yağ gıbı. 'Ne olursa olsun artık' dedım sıvıyı ağzıma sürdüm. Bir iki defada oda tukendı zaten hemen. Ama susuzluğumu hiç geçirmiyordu. Artık takatim yoktu, hele sabrım hiç kalmamıştı. 

Tekrar başladım Allah'la konusmaya, artık aklıma ne geliyorsa anlatıyordum, ama hiçbirinin anlamı yoktu. Mantıklı sözlerim arasında. 'Artık dayanamıyorum' dediğimi hatırlıyorum, 'bu benim sınavım, çekeceksem de en azından ne olur bana sabrını ver' dedim. 

Nitekim bir şekilde dayanmaya devam ettim, kah bayılarak kah uyanarak. Bu arada nefes alıyordum ama, neden oldugunu bılmediğim bir şekilde aldığım hava yetmıyordu. Zaten çakmağın yanmamasından anladım daha sonra, oksijen yetmiyordu. Zaman gecmeye devam ediyor, sabrım gıtgıde azalıyordu ki; o çekıç sesı bırden cok yakından gelmeye basladı ve bir ses 'Fatih' dedi, bir erkek sesi. Konuşamıyordum efedım diyemedim. 

Ancak fısıldıyordum, oda duyulmuyordu. 

Anladım ki birileri beni arıyordu. Sevinmelimiyim, üzülmelimiyim anlamsız bir karmaşa içindeydim. Artık Vücudumu hissetmiyordum, uyuşmuştu heryerim. 

Beni çıkarsalar bile hayatıma nasıl devam edecegımı bilmiyordum. Sonra bir ses oldu, bi anda bir hava kütlesi bulundugum ortama hucüm etti. Daha sonra, küçücük oldugunu zar zor gördüğüm bir delik farkettim arkamda. Yaklaşık 2 metre kadar uzaktı bana. Görebilmek için neredeyse bacaklarımı, yani belimden aşağısını koparacaktım uzanmak için. Bir ışık hüzmesi gördüm o anda, gözlerim görmemeye başladı. Nefes alışım çok rahatlamıştı ama gözlerime ne olmuştu. 

Derken 'O ses Ben Mehmet Zonguldak lıyım seni kurtarmaya geldim' dedi. Ne oldu bana nedir bu hal dedim. Çok susadım dayanacak gücüm kalmadı ve inanılmaz çişim geldi dedim. 'Neee' dedi 'çişin mi geldi ' dedi Mehmet abi evet dedim 'hemen bırak altına' dedi 'sen iki gündür buradasın deprem oldu gocukte kaldın' dedı bana. 

İnanamadım. 

Hemen ailem geldi aklıma Annem kardeşim yan odamdaydı dedim 'onlar kurtuldu' dedı 'yukarıda herkes senı beklıyor' dedı. Ama dedim benim durumum pek iyi değil, vücudumu hissetmiyorum dedim. 'Sen takma kafana' dedi bana Mehmet abi, 'ben yanındayım' dedi. 'Ama sende bana yardım etmelisin, ben birazdan bu delıgı buyutucem, sen bana uzerınde baskı yapan ne varsa vereceksin' dedi. 'Ama önce çişini yapmalısın' dedi. Tamam dedim ve saldım kendimi. 

Delik büyüdüğünde akılma ilk gelen, su oldu. Oda bana bir şişe su uzattı ama 'bana söz ver' dedi, içmeyeceksin. 'Abi mümkün değil dayanamıyorum' dedim 'o zaman veremem' dedi. Anlatmaya calıştı, 'suyu içersen boğulursun'. 'Bak ben madenciyim çok arkadaşım göçükte bu yuzden hayatını kaybetti' dedı. Söz verince suyu bana fırlattı. Şişeyi ağzıma götürdüm. Ağzıma su doluncada dayanamadım ve içtim. Birden tıkandığımı, nefes alamadığımı anladım, Mehmet Abi dogru söyluyordu. Az daha boğulucaktım. Bir şekilde su agzımdan burnumdan dışarı fışkırdı ve nefes almaya basladım tekrar. Mehmet abi 'ben sana ne dedım' dıye kzımaya basladı. 

'Hadi artık' dedi bırak eglenceyi ve bana yardım et. 

'Ne yapıcam dedim' bak belinden asagısı ezılmış onları cıkarmaya calıs, bana uzat dedı. Ama ben cıkmak ıstemıyordum ve bunu ona nasıl soyleyebılırdım. Annemin ve kardesımın dısarıda olduguna ınanmıyor ve durumumun felçli bir hasta gıbı oldugunu dusunuyordum. 

Mehmet Abi'ye 'abi sen gıt, ben çıkmak ıstemiyorum' dedim. 

'Ne oldu' dedi durumu anlattım. 'Annen burada dıyorum sana' dedi, nasıl ispatlayacağını düşündü, annemin tipini sordum yanlış verdi. Artık beynim iflas etmış hiçbir seye anlam veremıyordum. Adam bana yalvarmaya basladı, bak dedı 'psıkolojın gayet normal. Çok acın var ve oldugun ortam senın duzgun dusunmene engel oluyor, lütfen bana yardımcı ol. Senın ıcın 15 kısı ugrasıyoruz bu tunelde' dedi. Bir iki dakıka sonra annemın ve kardesımın sac renklerı goz renklerı vb ozellıklerını soyledı bana. Beni ınandırmaya calıstı yasadıklarına. Ve beni kah ağlayarak kah anlatarak razı etti duruma. 

Bende yardım etmeye basladım, üzerimde ne varsa verdim. Bir 55 ekran tv vardı sag omuzum hızasında, cok canımı yakıyordu. Onu cıkarmaya cok ugrastım. Daha sonra belimden asagıdakılerı vermeye basladım, parça parca olmus beton kutlelerı ahsap mobılya parcalarıymıs canımı yakanlar. Tek tek vermeye basladıkca rahatladı bacaklarım. Artık azda olsa belim yerınden oynuyordu. Ama başıma baskı yapan kütle daha da baskı yapmaya basımı hareket edemez hale getırmeye baslamıstı. Bunu Mehmet abıye soyledım 'artık cok vaktımız kalmadı Fatih dedi, artcılar yuzunden yıkılan bına yerıne oturuyor daha da artıcak bu' dedı. Ama ben hala çıkmaya nıyetlı değıldım aslında. Neden bılmıyorum ama psıkolojım darma dağın bir haldeydi. Devamlı annemın ve kardesımın öldüğünü bana yalan soyledıklerını dusunuyordum. Bınada toplam 20 daıre, bır suru ınsan vardı. 'Neden benımle ugrasıyorsun' diyip duruyordum Madenci Mehmet Abiye. Oda beni razı etmek için yapmadıgını bırakmıyordu, hatta bı vakıt agladı koca adam benımle birlikte, şimdi anlıyorum ki ters psikolojıydı bu. Bende devamlı 'babamı yeni kaybettim artık annem kardesımde yok' ne olur benı bırak dıyordum adama.

    Yeni tasınmıstık evımıze, 1 hafta olmustu henuz, esyalar hersey yeni alınmıştı. Annem babamla ilgili hatıraları olacak hıcbırseyı bu eve sokmamıstı, sırf biz çabuk  atlatalım diye. Kardeşim 10, ben 17 yasındaydım babam öldugunde. Babamla ilgili bir konu açıldıgında annem hemen komık hıkayeler anlatır, bizi güldürürdü. İlk aklıma o geldi göcükteyken, eğer annem ve kardesımde gocukte canlı kaldıysa dedım annem su an kardesıme komık seyler anlatıyor, onu gulduruyordur dedım kendı kendıme. Mehmet Abi dedim 'lütfen, sana yalvarıyorum bana dogruyu soyle, soz cıkıcam, annem kardesım gercekten sağlarmı' dedım. 'Dur lan kendım gidip görücem konusacağım' dedı. 

Bir zaman sonra geri geldi. 'Fatih cim annen ve kardesın senın gıbı gocukte kalmıs ama hıcbırseyleri yok. Annenın ayagı ve bası kesılmıs bıraz, kardesın ise sapasaglam' dedı. '15 saat sonra askerler cıkarmıs onları' dedı. 'Şu an dısarıda senı beklıyorlar hatta annen buraya gırmek ıstıyor, senın yasadıgına oda ınanmıyor' hadı gel bareber cıkalım dedi.  Yavas yavas yasama sevıncı bır duygu patlamasıyla içime girdi sanki. Ağlamaya basladım, annem kardesım geldi aklıma mutlu oldugumuz zamanları dusundum sankı gitgide yasamak için sebeplerim artıyordu. 

Az sonra 'Abi dedim senin ailen varmı?' 'olmazmı Fatih' dedi, 'onlarda beni bekliyor memlekette, hadı gel kardesım üzme bizi, bak kaç kişi senin için ugrasıyoruz' dedi Madenci Mehmet abi. Bu gün düşündüğümde pek anlamlı gelmiyor inadım ama buydu hıssettıgım o anda. Tamam Abi dedim, ne yapmalıyım? 'Ben arkanda olan dokuntulerı alıcam sende bana dogru gerı gerı sırt ustu gelmeye calıs' dedi. Tamam dedim. Birkaç saat ugrastan sonra elı elıme degdı sonunda, sonra cektı benı. Bir battanıye geldı, benım altıma onu serdiler ve battanıyeden asılarak benı cekmeye basladılar. Omuzlarımın gecebılecegı kadar bır delık oldugunu gordum arkamda, demir filizlerini elle yamultuyordu Mehmet Abi. O elindeki sanırım 5 kg. balyozla acmıstı bu oyugu. O kırıyor, arkasındaki yüz üstü yatan diğer arkadasları kovalarla posta dedıklerı malzemelerı arkasındakılere uzatıyordu. Bos kova gelıyor dolu olarak cıkıyordu, o mezar gibi daracık yerden. 

Mehmet abi nasıl yaptınız bunu ellerin acımadımı dediğimde 'sen gel yeter ki ne acıması be oğlum' dedi babacan bir tavırla. Çok üzüldüm hallerine, baslarında ısıklı kasketler 60-70 santım bir delikte bir sürü ınsan havasız susuz calışıyorlardı. Bu arada beni ufak cocuk zannediyorlarmış. İşe baslarken tunelı cok daha dar acmıslar. En ufak bedenlı Mehmet Abi o cocuk gecıcek kadar ufak tunellere ılk gırer, komuru gordugunde de tamam burası der asıl tunel acılırmıs madende. O taktikle gelmişler bana kadar. Benim buyuk oldugumu ılk sesımı duyunca anlamıslar, o yuzden cok daha uzun surmus benı kurtarmaları. 'Bir resim bulduk' dedi Mehmet abi 'orada 7 yaslarında bır cocuk vardı sarısındı' dedı 'sen oldugunu dusundum ama sen degılmıssın' dedı. Abi benım o ama kucukluk resmım dedım, gülüştük tünelde.

Binamız 5 katlı idi, altta garaj en ust katda da çatı katı vardı. Yani 7 kat. Şevket en ust katta oturuyor, odasıda; dubleks olan evılerının catı katındaydı. Depremden cok sonra gorustugumuzde 'abı ben 7. katdaki odamdan yuruyerek cıktım yola dedı, besıncı kat dahıl yoktu ortada, catı katı hem zemın olmustu' diye ekledi.

Beni bulmak için göçüğü önce odamın iz düşümüne denk gelen yerden asagı doğru kırmaya başlamıslar, bakmıslar kı bına temelıyle kaymıs. Bu sefer binanın kaydıgını dusunduklerı yere dogru asagıdan kırmaya, kazmaya baslamıslar. Sonra dedi Mehmet abi 'bir ses duyduk, çok ınce tız bır ses çıt çıt diye gocukten gelıyordu. Sessizlik olması için herkesi uyardık zaten iş makınası calıtırmıyordu kımse insanlar gocukte ezılmesın dıye. O sese dogru calıştık ondan sonra hep. Bir ara ses kesıldı sonra yine basladı. Ama merkezini hiç kaybetmedik.' Elimdeki zippo işe yaramıştı. Bu dedim Mehmet abi bununla ses çıkardım. Demir filizi vardı yanımda ona vurdum devamlı. 'Aferin dedi babacan Mehmet, aferin.' Zippo hala elimde ve yumrugum kapalıydı tünelde beni çekerlerken. Yol hala bitmemişti ne uzun gelmişti, sanki içerde kaldıgım zaman bile azdı. Sonra çok keskin bir ışık göründü, gözlerim yanıyor tam secemıyordu. 'Şimdi dedi Mehmet abi battaniyeyi kollarının ve ayaklarının üzerine bağlıyacağım seni yukarı çekeceğiz' dedi. Bacaklarımı hissetmiyordum ama acımıyordu da. Yukarı doğru çekilirken belden yukarıma devamlı bir şeyler takılıyor canımı yakınca da durduruyor beklıyordum. Pozisyon degıstırıp devam edıyorduk.

Nitekim kurtulmuştum. Ben deliğin başında gozukunce herkes başıma üşüşmüş battanıyenın bi ucundan tutuyordu.El ele vererek beni ilerletiyorlardı insanlar Amcam, Eniştem, komşularımız herkes oradaydı.O an  anladım beni kurtaran madenciler yoktu artık etrafımda. Konuşamıyordum, fısıldayarak Mehmet Abi nerde diye sordum amcama.  Mehmet abi nerede?  Kim o dedi sevinçten ağlayarak. Birden irkildim o nerde gitmesin dedim. Fısıldayarak konuştuğumdan kimse önemsemedi. Bir şekilde derdimi anlattım ve Mehmet Abi nin yanıma gelmesini sağladım. Geldi Mehmet abi. Ufacık boylu, zayıf, yanık tenli esmer bir adamdı. 'Efendim Fatih dedi' üzerime dogru egılıncede sarıldım boynuna, ıkımızde hıckıra hıckıra aglamaya basladık ve bizle birlikte herkes aglıyordu. Sokaktaki insanlar, Ambulans şoförü, doktor, hemsıreler, heskes.

Annem göründü önce göcukten yola ınınce. Battanıyeden ınıp kosmak ıstedım ayaklarım hareket etmıyordu guvenemıyordum kendıme. Kolumu kaldıramıyordum halim kalmamıştı artık. Sonra kardeşim cimcimem Feyzam gorundu, gerçekten hiçbirşeyleri yoktu sapasağlam karşımdaydılar ve ağlamakla gülmek arasında yüzüme bakıyordu ikiside. Dünyanın en mutlu insanı olacağımı hiç düşünmemiştim. Ama Allah çok büyüktü. Ne benim nede ailemin başına hiçbirşey gelmemişti işte. Ben orada neler düşünmüştüm oysa ki ama O nun benimle ilgili başka planları vardı. O psikolojıyı hıc bır zaman analayamadım. Anlayamayacaktımda sanırım.

Madenci Mehmet abi kurtardı beni göçükten evet ama kazarak değil yaşam sevincimi psikolojımı okşayarak, bana ailemin değeri hatırlatarak. Orada yaşanılanları bir o biliyor birde ben, Allah ondan ve onun gibilerden razı olsun.

Şimdi evlendim çok mutluyum, hatta haftaya cocugum bile olacak daha ne olsun. Adını şimdiden koyduk 'Tuana Su'. Cennete düşen ilk yağmur tanesiymiş.  

Bu anlamını çözemediğimiz hayatta bakalım başımıza daha neler gelecek.

Bu arada o sakladıgım tornavıdayı hıc bulamadım gocukte. Diyorum ya Allah cok buyuk diye. Sen ne istersen ıste ne dusunursen dusun senın bi sebebin var yasamak ıcın sadece O'nun bıldıgı…

Fatih Tanış

Çıkış Anım :


2014 Ramazan Bayramı Marmara Adası Seyri

Gece saat 1 de çıkışımız. 

 Su depomuz ve mazot depomuz dolduruldu. ( Su : 250 Lt. Mazot 150 Lt. )
Bir gün önceden seyir hazırlıklarımız yapıldı, Güvertemiz yıkandı, güvertemizdeki halatlarımız rodalandı.
Yiyecek stoğu ihtiyacı kolay hazırlanan gıdarla giderildi. Hazır çorba, Noodle yani hazır makarna, kahvaltıyı kolay hazırlamak için lavaş dürümler vb. Ayrıca bol bol taze meyva alındı. Her renkten likidler tamamlandı.
Kıyafet ihtiyacı için kolay kuruyan ve kolay yıkanan, paraşüt kumaşından yeni yelken kıyafeti teknolojisi denilen kıyafetler görmüştüm onun şortunu aldım yanıma ve çok memnun kaldım.

Seyir esnasında Sıkılmış bir Mailo

:)
Gidiş seyrimiz, rüzgarsız bir şekilde tamamen motorla ortalama hız 5 Knot ölçülerek toplamda 14 saat sürdü. Seyrin ilk nöbeti bana aitti ve sabah 7 ye kadar sürdü. Sonrasında Özgür 2 saat kadar nöbet tuttu ve ben tekrar uyanıp nöbeti devir aldım. Bu yolculukta en çok hoşuma giden Marmara Denizinin ortasında hiç bir kara parçası görmeden geçen son bir kaç saat idi. Aslında denizciliğin ne olduğunu orada çok iyi anladım, Özgürlüktü o, bu hissi hayatımda yaşadığım hiçbir deneyimde bu kadar yoğun hissetmemiştim. Ertesi gün saat 15:00 da Asmalı limana girildi. Uğraşlı bir şeklide :) 3 metre derinliğe yaklaşık 35 metre kaloma ile çıpa funda edildi. Derin bir nefes çekildi, benim kaptanlığımda ilk uzun seyrim başarıyla tamamlanmıştı. Ve derin maviliklere karşı artık bir özgüven gelmişti ruhuma.:) 
 Asmalı da iki turist :)
Asmalıyla ilgili kısa not :
Liman, çok sessiz sakin dinlenilesi bir liman. Her havaya kapalı. Tonoz imkanı yok, demir atmak gerekiyor dip bol erişteli, balçık fakat liman içi çok sığ olduğu için çok fazla kaloma vermek gerekiyor. Köyde ufak bir market, bir bakkal, iki kahvehane, bir gözlemeci birde restaurant var. Genel ihtiyaclar giderilebiliyor. Halkı denizci ve yardımsever, özellikle Eski sorumlu Azem beyle tanışmanızı tavsiye ederim. Başınıza bir iş geldiğinde kendisi hemen yardıma koşar.
 
İlk durağımız olan Asmalı da bir gece kaldıktan sonra o bölgedeki diğer korsanlarla telefonlaşmalar başladı tabi hemen. Evrensel teknesi Ömer kırcal, Araf Teknesi Koray, Minevra İlke, Cemre Mustafa abi, Viktoria Atıl Abi. Hepsi farklı limanlarda demirdeydiler bizim ilk durağımız Paşalimanı olacağı için kimse ile buluşulamadı. Mesafemiz 10 mil olduğu için erken çıkmaya gerek duyulmadı öğle saatlerinde limandan ayrılındı. Rüzgar 6-7 knot civarında kolayına bir seyirle tam arma paşalimanına varıldı. O arada ilke arayıp oralarda olacağını söyledi.
Paşalimanı ana iskelesine aborda olunmak üzere yanaştığımda, boş olan yerin gezmeye gitmiş iki motoryatın yeri olduğuyla ilgili yan tekneden uayrı geldi. Nitekim koltuk halatları ve usturmaçaları halen iskeledeydi. Bir yüzme molası verilip ayrılmak üzere hazırlık yapıldı. O arada  İlke arandı. iskelenin yarım mil kuzeyindeki restoranın iskelesine kıçtan kara olan Minevranın üzerine aborda olundu. Derinlik burada çok sığ yani 2 metre civarı olduğu için Minevra nın koltuk halatları boşlanıp zinciri biraz gerildi ve rahat bir bağlanma ile yerimize yerleşildi. Restaurant sahibi ileri yaşlarda yorgun abimize yemek vb. durumlar için nasıl yardımcı olabileceği soruldu. Pide, lahmacun yapabileceği ama acele etmememizi söyledi kendisi. Uygundur diyerek siparişler beklendi ve dinlenmeye çekilindi. Yemekler gelip yendikten sonra ada turu için karaya çıkıldı.

Paşalımanıyla ilgili kısa not :

Paşalimanında bir restaurant, bir bakkal ve birde sahil çay bahçesi mevcut. Bağlanma Beton iskeleye kıçtan kara veya aborda şekilde. Yada açıkta alargada kalmak mümkün. Bu ada alışveriş yani ihtiyaclar açısından sıkıntılı. Çok şeker bir bakkal abla var fakat herşey bulunamıyor. Gelmeden önce ihtiyac eksikleri tamamlanmasında fayda var. Restaurant sahibine güvenipde yiyecek yedeksiz gelirseniz açıkta kalabilirsiniz zira paranız bolda olsa adamı iki pide yapmaya razı edemiyorsunuz. Akşam yemek yiyeceğimizi söylememize rağmen abiyi razı edemedik bizi doyurmaya. Abinin ocağında kendimiz yapmak zorunda kaldık. Asmalıdaki samimi insanlrdan sonra çok garip geldi bu olay bize.
 
Paşalimanında bir gece konakladıktan sonra ertesi gün Avşa adasına geçmek üzere hazırlıklara başlandı. Avşa adası merkezde alarga imkanından başka konaklama imkanı olmadığı için yeni liman denilen yere gitmeye karar verdik. Ama hata olduğunu oraya varınca anlayacaktık.
Yeni liman denilen yer tenha, çorak, kimselerin olmadığı ve hakim rüzgar olan poyrazı çok fazla içeri alan bir liman. Üstüne de gelip geçen her feribotun dalgasını içeri alan bir yer. Limana ilk girdiğimde sancak taraftaki yelkenlilerin yanına demir atıp kıçtan kara olmayı düşündüm ama zeminin temizliğinden emin olmadığım ve bilgi alamadığım için aborda olmaya karar verdim. Aborda olmak üzere yanaştığımda ufak balıçı benzeri kayıkların tonoz halatlarının suda yüzeye yakın olduğunu farkettim ama artık çok geçti. Palamı birine dolamıştım bile. Alabildiğim kadar yukarı çekip mecburen kestim el incesi halatı ve kurtuldum.
Ben yerleştikten sonra İlke Minevra ile üzerimize aborda oldu. Tekneleri neta ettikten sonra adadaki geleceğimi bilen iş arkadaşım Mahmut bey i aradım. Kendisi hemen aracıyla geldi yanımıza. İhtiyaclarımızı kendisinin aracı ile mazot vb. tedarik ettik sağolsun. İşler bitince Avşa merkezi dolaşmak üzere tekneleri aklımız arkada bırakıp çıktık. Yine Mahmut bey in aracı ile önce yiğitleri araçla gezerek sonra Avşa merkeze gittik.
Avşa merkez genel olarak bir tatilci beldesi. Fiyatlar oldukça yüksek. Bire sahil balıkçısında iki kişi, 5 meze, iki balık ve 35 lik likide 300 TL. hesap ödedik içimiz acıdı valla. Adayı dolaşırken İlke bizden ayrılıp tekneye dönmüştü ve kötü haber için aradı. Tekneler içeri giren dalgalar yüzünden fena biçimde birbirini dövüyordu. İlke ye hemen benden ayrılmasın,ı kendisini neta etmesini söyledim zira benden daha çok kendisine zarar verebilirdi bu durum. İlke neta olduktan sonra Araf Teknesi ile Koray gelmişti limana. Biz halen merkezde alışveriş vb. işlerle meşgulduk bu arada.
İşlerimiz bitirip limana döndüğümüzde herkes ayrı bir yerde limana aborda olmuş durumdaydı fakat içerisi fena halde poyraz alıyor mandar halatlarımız senfoni yapıyordu. Mecbur kalacağız artık yapacak bir şey yok dedik en azından sağlama alalım kendimizi diyerek bir kaç düzeltme daha yaptık.
 Bu arada tonoz halatını kestiğim arkadaş geldi. Kendisi çok efendi 20 li yaşlarda bir delikanlı. Kendisiyle ücret karşılığı helalleşildi arkasından birlikte likidler tüketildi. Bu arada adanın Adakarası denilen kırmızı likidi pek muhteşem tavsiye olunur.
 Sonrasında Araf a geçilip orada sohbete devam edildi. İlerleyen saatlerde içimizdeki kurt oğlum gidinde Avşa da gece hayatı nasıl bir göz atın dedi. Düştük yollara iki turist Ömer tabi. O bar senin bu disco benim derken likidler kafaları düşürene kadar gezip döndük kayığımıza. Gece çok rahatsız bir uykunun ardından öğle saatlerinde uyanıp yeni rotamız üzerinde çalışmaya başladık.

 Turistler alışverişte. Şapkalar hanımlara bu arada.
 Öğle saatlerinde uyanıldıktan sonra kahvaltı yapılıp etraf kolaçan edildi. Minevra ve Araf limandan ayrılmışlardı. Bu arada Liman içinden baktığınızda sanırsınız ki dışarıda 40 knot hava var fakat limandan çıkıpta dümeni sancağa kırdığınız gibi hava resmen kesiliyor.
Neyse şimdiki durağımız MArmara Adası - Topağaç yaklaşık mesafe 9 mil. Konaklamak için burayı seçme sebebim akşama doğru artık dönüşe geçmeyi düşünüyor olduğum için yolu kolaylamak. Tabi Posedion un bizim için farklı bir planı olduğunu bilmeden. :) Yine sevdiğim bir seyir olan orsa ile tam arma başladık kuzeye doğru yelken yapmaya. Hava 6-7 knot rüzgarlı,  yarım metre civarı dalgalı denizlerle seyire başlandı.
Yaklaşık iki saat sonra topağaca giriş yapıldı. Burası çok sevimli geldi bize. Ufacık bir beton iskelesi var yine zeminden emin olmadığım için demir atmayıp aborda olma yolunu seçtim. Yoksa asla Özgür kardeşimin ısrarıyla değil yani. :) Neyse iskeleye yanaşırken bir vatandaş geldi bu iskelenin iskele tarafına değilde sancağına aborda ol evlat dedi. Buraya Serar isminde büyük arabalı feribot geliyormuş gece kalmaya. Biz zor sığıyoruz o nasıl sığacak diye içimden geçirmedim değil hani. Nitekim denildiği gibi iskelenin sancağına geçtik ve tekneyi neta ettik.

Topağaçla ilgili kısa not :

Topağaçta büyük bir market, iki pideci, bir büyük kahvehane mevcut. Alışveriş için ideal bir liman. sahilin sonundaki kumsalın önünde bulunan pideci muhteşem pideler, lahmacunlar yapıyor. Ve sahibi çok sevimli göçmen bir çift. Fiyatları gayet makul. Markette her istediğinizi bulabiliyorsunuz nalburiye bile. Sormadık ama mazot dahi vardır diye düşünüyorum.

Topağaçtan eksik erzakları tamamlayıp havanın kararmasını beklemeye koyulduk. Saat 21:00 civarı halatlarımızı alıp çıktık limandan. Deniz tam istediğim gibi. Hatta bu güne kadar hayal edipte ulaşamadığım kadar güzel. 3 metre dalaga yüksekliği ve 10-11 metre dalga aralığı. Tekne o kadar güzel sörf yapıyor ki tarifi mümkün değil. Rüzgarda dar apazdan 10-12 Knot arası esiyor. Daha isteyeyim. Tek istemeyeceğim dalga aralarının sıklaşması. Bu arada Özgür hem karanlık hemde dalgalardan biraz korkmuş olsa gerek kamarada Mailonun yanında. Yaklaşık bir saat seyirden sonra korktuğum başıma gelmeye başladı. Dalgalar daha yükseldi ve araları sıklaştı. Benim için sorun yok biraz dayak yeriz ama güzel seyir yaparız diye düşünüyorum. Saatte ilerler murettebat yatar ben sahaba varırım diye düşünüyorum ki Özgür içeriden çıkıp dalgaları görene kadarmış hayallerim. Özgür yüzünü görmenizi isterdim abi bu dalgalar üzerimizden geçiyor. Evet Özgür abi nasıl batmıyor bu tekne. Niye batsın kardeşim ne güzel gidiyoruz işte. Abi dönelim. Konuyu uzatmıyorum ben Asmalı ya sığınmaya karar verdım. Tabi otuz dereceden gelen dalgalar bu sefer yandan gelmeye başladılar. Bu gibi kaba denizleri pek sevmeyen Mailo ile Özgür başladılar selavat getirmeye. Özgür Mailoya dua bile öğretti içeride. Yaklaşık Asmalıdan 3 mil açıktayız, motora kuvvet diyerek tam hızımızla Asmalı ya doğru gazlıyoruz. Giriyoruz limana nitekim 45 dakikaya.
Tabi Özgür ün bu limanla ilgili pek güzel anıları olmadığı için abi lütfen aborda olalım diyo bizim yedek kaptan. :) Liman içini kolaçan ediyorum. Yelkenli teknelerden uzakta, büyükce bir balıkçı teknesinin iskelesinde yer musait. Yanaşıyorum hemen Özgür atlıyor balıkçıya halatları dublin edip bağlanıyoruz. Teknemizi neta edip çıkıyoruz karaya. Çay içmek üzere kahvehane ye oturuyoruz. Hemen yanındaki gözlemeciden akşam yemeğimizi yiyip dönüyoruz kayığa. Epey yorulmuşuz, zira Avşa dan Topağac a oradan da buraya girmek karışık denizde bizi epey hırpalamış. Hemen yatıyoruz yarın ola hayrola. Niyetimiz sabah 8 gibi yola revan olmak hayırlısıyla.
 Topağaç ta Kaptan Dinlenirken ;
 Eveeeeettt gelelim seyahaetin en can alıcı gününe ;

Sabah 7 civarı dışarıda değişik olaylar ceyeran etmeye başlıyor. Hava kapanıyor, rüzgar sertlemeye başlıyor. Bu arada biz yarı uyur vaziyetteyiz. Saat sekiz dolaylarında birden fena bir yağmur basıyor ve rüzgar 50 knotlara çıkıyor. Hesapta hiç rüzgar almayan Asmalı limanındayız. Dışarıda bağırışmalar, insanlarda toparlanma telaşı. Bu arada yağmur öyle bir basıyor ki biz kayığın kaportasını çekiyoruz ama pvc kapakları takamadan içeride mahsur kalıyoruz. Onada bir çarşafla çözüm buluyor bekliyoruz havanın geçmesini.
Bu arada her zaman yanaştığımız karşı tarafımızdaki yelkenlilerin olduğu bölümünde bir hareket gözümüze çarpıyor. 50 feet civarı bir tekne demir tarayıp bir sağa bir sola etrafındaki bütün tekneleri darma duman etmeye başlamış. Bize uzak olduğu için yardıma gidemeden içeriden olanı biteni anlaöaya çalışıyoruz. Ama karşısı curcuna. Bütün yat kaptanları üzerlerinde ne varsa o şekilde çıkmış dışarı teknelerini neta etmeye uğraşıyorlar. Allah kolaylık versin diyerek izliyoruz olan biteni.
2 saat kadar sürüyor yağmur ve fırtına. Tüm limanı karıştırmış köyü alaşağı etmiş bu son iki saat. Yağmur durunca burnumuzu anca dışarı çıkarabiliyoruz. Bütün köy dağılmış. Çatılar uçmuş, evleri yağmur suları basmış, şemsiyeler, brandalar etrafta uçuşuyor. Herkes serzeriş içerisinde. Elektrikler kesilmiş direkler devrilmiş çünkü. Jenerötörü olan suları onunla olmayan kovalarla boşaltmaya çalışıyor. Tekneden çıkıp hemen yanımızdaki Gözlemeci abimize yardıma gidiyoruz. Etraf toparlanıyor, masa sandalye siliniyor. Bütün köy enkazı kaldırmak için koşuşturuyor. Bu arada denizden gelen bir balıkçının elinde bir telefon bir video izletiyor köylülere. Bir bakıyoruz Tuzla da en son olan Hortumun aynısı geçmiş meğer üzerimizden. Uzaktan kayıdı çeken köylü, korkmuş limana gelememiş. İnternetten haberlere bakıyorum Marmara Adsında Hortum adı altında bir sürü başlık ve video. Allah korumuş bizleri meğer.
Daha sonra karşı bölümdeki kaptanların yanına gidiyor durumu soruyoruz. Az kaloma veren büyükce bir yelkenli demir tarayıp diğer teknelerin koç boynuzu kurt ağzı vb. donanımlarını sökmüş atmış. Onlarda onları tamir etme telaşında. Varmı yapılacak birşey diye sorup geçiyoruz kendi kayığımıza. Bizde hasar tespiti yapalım diyoruz. Bizim kayıkta çok şükür ki hiçbir şey yok. En korktuğum yıldırım düşme olayıydı ama çok şükür ki olmadı. Arkamızda bulunan botumuza baktığımda içerisinin silme su dolduğunu farkediyorum. Tabi hemen içini boşaltmaya koyuluyorum. Bizim zararımız olmadı çok şükür. Balıkçı kayığına aborda olmamız büyük şans yoksa koca koca teknelerin arasında un ufak olurmuşuz mazallah. 
 

Hortumun Haber Videosu :

 Fırtına geçip hava durulduğunda dönüş seyri hazırlıklarına başlıyoruz. Hava kapalı rüzgar 10 knot civarı esiyor limanın dışında. Geldiğim gibi yani marmara denizin ortasından, imralı adasının kuzeyinden Yalova ya geçmek karaya uzak olacağı için riskli gözüküyor.  Bu arada Özgür Gece yaşanan dalgalardan ve sabah ki fırtınadan sonra hafız oldu teknede dua okutmaya başladı :
 Yeni rotam Marmara Ereğli si yolumuz yaklaşık 23 mil civarında. Denizi kafadan 30 dereceden alacağız ha keza rüzgarıda. Mendil kadar bir cenova ve motor ile 6.5 knot hız yapıyoruz. Karşımız Tekirdağ ve üzerinde dehşet bir hava,  fırtına bulutları mevcut. Yolumuz yaklaşık bu hızla 4 saat civarı. Hava kararmadan varmak niyetindeyim. Bir saat seyirden sonra hava sertlemeye başlıyor ve deniz kaldırıyor. Dayak yeme merasimi başlıyor dolayısıyla. Seyrin ikinci saatinde hava iyice sertlemiş dalgalar 2 metreyi bulmaya başlamıştı ki üzerine de büyük taneli yağmurda baş göstermeye başlıyor. Otopilot tekrar arıza çanları çalıyor ve gelde kolaysa sen kullan diyordu. İş başa düştü diyerek geçiyorum dümenin başına. Tüm havuzluğu yağmur moduna alıyoruz. Dalgalar gitgide karışık şeklide gelmeye başlıyor. Belli bi düzen tutturup dümen tutmak mümkün değil. Oturduğum yerde kıçım bir o tarafa bir bu tarafa vurmaya, tekneden resmen dayak yemeye başlıyorum. Başka çare kalmadı deyip kendimi flok iskotasıyla bağlıyorum dümen başına. Yağmurluğum, yağmurluğum üzerinde üzerinde can simidim belimde güvenlik halatım, gözümde yağmur tanelerinden korunmak için gözlüğüm dümen tutmaya çalışıyorum. Seyrin sonlarına doğru şimşekler artıyor ve fırtına bizi içerisine çekiyordu. Artık 4-5 mil yolum kaldı Marmara Ereğli si burnuna yaklaşıyorum. Korkum Burnu dönerken karşıma ne çıkacağı, hava burunun üzerindeki tepenin arkasından basıyor tepeyi dönünce oluşan boşluktan çok daha fazla üzerime binmesi. Yaklaştıkça korkum gerçekleşiyor ve denizde kaldırıyor. Mümkün olduğunca burunun uzağına dümen tutuyorum, tabi hem yolum uzuyor hemde dalgalar yandan üzerime çullanıyor. Bu şekilde eziyet bir seyirden sonra burnu çok şükür dönüyorum. İçerisi süt liman ne dalga var nede rüzgar, sadece yağmur yağıyor. Limana girmeden haberleştiğim Minevra nın da İsmail abi (devekuşu) pilotluğunda sağsalim limana bağlandığını öğreniyorum.
İçerisi batık kayık ve suda yüzen halat dolu. Çok pis bir liman. Halatlar arasında slalomla yer aramaya koyuluyorum. Bir iki balıkçı çıkıp üzerlerine aborda olabileceğimi söylüyorlar. En musait gördüğüm tekneye yanaşıp bağlanıyorum. Çok şükür bu eziyet seyirde bitiyor. İskeleye çıkıp sıcak çay, kahve aramaya koyuluyoruz. Hemen yanımızda bulunan balık ekmekçide buluyoruz ilacımızı hemen çaylar içiliyor deniz sohbetleri başlıyor. Herkes yolculuğunu başından geçen olayları anlatıyor. İçeride üç yelkenliyiz biri Turkuaz adında iki beyfendinin bulunduğu, bizim gibi limana sığınan bir yelkenli diğeride Minevra. O arada İrfanı arıyorum buralar ondan sorulur napalım buralarda İrfanım diyorum. Meğer oda buradaymış sağolsun hemen atlayıp geliyor. Onun sıcak sohbeti ile yeni çaylar söyleniyor. İrfan ın nazik yemek teklifine gelemeyeceğimi üzülerek bildirerek İlke, İsmail abi ve İrfanı, İrfanın yazlığına yolcu ediyoruz. Bizde ihtiyaclarımızı karşılamak üzere market aramaya çıkıyoruz. Niyetimiz gece yola çıkmak aslında ama zor gözüküyor. Planım kıyı kıyı, yani Marmaranın karaya yakın en kuzeyinden kıçınkıçın :) Yalova ya yaklaşmak. Çünkü Fırtına önümde ben arkasında kovalamayla geçecek bütün seyir. Biraz şehir de yürüyüş yapıyor tekneye dönüp dinleniyoruz.
Bu arada eşyalarımız kurusun diye teknenin içerisinde webasto yu açık bırakıp çıktığımızdan içeride sıcaklık 60 derece falan. :)
Yaklaşık iki saat sonra kayığımıza Korsan dostlar geliyorlar. İlke, İrfan ve İsmail abi, onlarla oturup biraz likid tüketip bugünün ve yarının kritiğini tekrar yapıp biribirimize iyi seyirler dileyerek onlar Minevraya bizde geçiyoruz yataklarımıza. Yarın ola hayrola diyor gece çıkmaktan vazgeçip uyumaya koyuluyoruz.

Marmara Ereğlisi için kısa not :

Liman içi yani balıkçı barınağı bağlanmak için çok sıkıntılı bir yer ve çok pis. Demir atmak mükün değil. Balıkçılar samimi ve yardımsever ama dediğim gibi yer sıkıntısı var. Eğer ille bu limana gelinecekse sahile yakın bir yerde alargada kalmak daha uygun, orada da sahildeki müzik rahatsız edebilir.
 Son seyrimiz Marmara Ereğli sinden Büyükçekmece açıklarını takip ederek Büyükadanın Kuzey ucundan Yalova ya dönerek kıyı kıyı seyrimizi bitirmek. Yaklaşık bir saat gayet sakin bir seyirden sonra olağan rotam olan Marmara denizinin ortasından direk Yalova ya dümen kırıyorum. 
 Görüldüğü üzere keyfimiz yerinde.

Mesafem yaklaşık 60 mil. Rüzgar apazdan 10 knot civarı dalga yüksekliği yaklaşık 50 cm. Kolayına bir seyir başlıyor bizim için. Tam arma ve motor ile hızımız 6,5 knot. Beklentimin üzerinde. Macerasız bir on saat sonunda bizim sulara yaklaşmanın verdiği mutlulukla benden haber bekleyen tüm korsanları ve denizci dostlarımı aramaya başlıyorum. Heyhat ben geldim diyerek.  t*"y+ .
Yalova açıklarına 6 mil kala hava düşüyor çok tatlı bir melteme dönüyor rüzgar. Fırsat bu fırsat diyerek davranıyorum Yaşar Serdar korsanın yanınızda bulunsun belki lazım olur diyerek verdiği balona. İyiki de almışım Denizin Fatihi nde ilk defa Balon açacağız. Çok tatlı bir heyecan kaplıyor içimizi.
 İki saat süren balon zevkinden sonra saat 20:00 civarı Yalova ya yerimize yanaşıyoruz. Ponton girişinde, Komuşularım Bengül teknesi kaptanı Cengiz Abi ve Ares Teknesi Kaptanı Hakan Abi bizi bekliyordu. En güzelide iki aylık Canım Kızım Tuana Su nun ve Eşim Denizin, Özgürün 6 aylık canı Oğlu Edin in ve eşi Fatma nın bizleri heyecanla selamlaması oldu. Bu keyif hiçbir şeye değişilmezdi. Onları pontonda görmek inanılmaz bir mutluluktu. 

 :D Eveeeettttt iki macera perest, turist döndü yuvalarınaaaa biz çıkalım kerevetineeee.   9kly3
 
Herkese Selamlar.  



Fatih Tanış

Bu arada gece tam uykuya dalarken Deniz bir daha seni asla yalnız uzaklara yollamam dedi ama ben uyuyor numarası yaptım. 


;??^+%%